Onlar döngüsel yalnızlığı doğuruyorlar. Yokluk, Bir yok oluş değildir. Bakıp görebilen sanatçılar, kendi kendilerini kendiliğinden yaratan kişilerdir. Öyle ki bu eylemleri sayesinde evrenin yaratıcı sürecinde yer almış olurlar. Sanatçılar, gözlerden uzak bir adada, nadir ve eşsiz çiçekler gibi doğanın o döngüsel ritminde farkında olmadan yer alırlar. Tabiat, o döngüsel yalnızlığı sanatçıların imgelerinde açığa çıkınca, tabiatın yaratıcı yönü fark ediliyor.
Müzik ve ahenk, bakınca gördüğüm her yerde. Bu sesler, gözümün önünde eşsiz tablolara dönüşüyor. Düşünmüyorum, sadece görmeye çalışıyorum. Estetik kaygılar ikinci planda kalırken, renklerin armonisi bütünlük çerçevesinde tablonun içinde dans ediyor. Müzik eşliğinde dans eden tabloların geçişi içindeyim. Bu geçişler karşısında büyüleniyorum. Biçim, müzik eşliğinde renklenirken dans ediyor. Sonra, gerçekleri kulağıma fısıldayan resmin dokularıyla kendime geliyorum. Biçim ve şekilden çok sonra, çiçeklerin dokuları dikkatimi çekiyor.
Şekil her şekilde alanları dolduruyor. Doku olayı bambaşka. Sonra, dans eden renklerin dokuları olduğunu görüyorum. Sanat, ulaşılamayana ulaştırıyorsa ve kapılar aralıyorsa, bizi bizle yakalıyor anlamına gelir. Dolayısıyla özne, farkında olmadan bilinçli ya da bilinçsiz evrenin o döngüsel yalnızlığını anlamlandırabilir. Bu anlamlandırma, anlamsız gibi görünen birçok şey için geçerli. Anlamsız bir dünyada o geçişlerdeki büyüyü kaybediyoruz. Fakat en derin anlamlar, anlamsızlıkta gizlidir.
Düşünmüyorum, sadece resim yapmak istiyorum. Kavramlaştırmıyorum, sadece hissediyorum. Öyleyse şimdilik öğreniyorum. Sanat, var olmanın kendisiyken, sanatın kaynağı yokluğun girdabı. Bu durum sanatçıda şöyle yankı yaratıyor: Sanatçı, ne istediğini derinlerden duyması gereken bir süreci doğuruyor. Derinlerde sadece kendisiyle evrenin boşluğu arasında salt istek ve tasarı.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder