Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ÖLÜM VADİSİNDE KAYIKÇI II

Yokluk, korkularımızla yüzleşmeyi bize öğretmiştir. Herkesin yürüdüğü yol, sizi ölüm vadisine mi götürüyor? Bunda kaygı duyulacak ne olabilir? "Lütfen önden buyurun, sizin arkanızdayım." Önden gidenler de bir başkasını takip ediyordur. Sonu yok oluşla bitecek yolculukta kimse yalnızlık çekmeyecektir. Biz varlıktan önce yoklukla yoğrulmalıyız; çünkü yokluk bizim mayamızdır. "Çok" ve "az" gibi kavramlar, çocuğun öğrenmeye çalıştığı ilk kavramlardır. "Çok" dediğinizde, zamanla ilgi gördüğünüzü öğrenirsiniz. "Yok" ise bizim bittiğimiz andır. Ama zamanla yokluk bizi içine çektikçe, yürüdüğümüz yol bir otobana dönüşür. Oysa gerçek varlık, tam tersine, yokluğun içinde devinir. Varlık, ilgilendiğimiz alana göre iç dünyamıza anlam taşır. Yalnız, tek başına yürüdüğü yolda kendisiyle yüzleşenler, gerçek varlığı nerede bulacağını bilir. İçimde bir yolculuğa çıkıyorum. Bu, yalnızca fiziksel bir hareket değil; içsel bir keşfe dönüşüyor. Kayıkçı kür...

HAYAL GÜCÜYLE ÖZGÜRLÜK

Hayal gücü ve özgürlük, insanın kendini ve dünyayı dönüştürme gücünün en temel kaynaklarıdır. Hayal etmek, yalnızca bireyin iç dünyasında şekillenen bir eylem değildir; aynı zamanda toplumsal kalıpları sorgulamanın ve aşmanın da bir yoludur. İnsan, hayal kurarak ve umut ederek kendine bir özgürlük alanı açar. Ancak içinde yaşadığımız toplum, tüketim kültürüyle dayatılan normlarla bu özgürlüğü sınırlandırma eğilimindedir. Sosyal psikoloji perspektifinden bakıldığında, bireyin hayal gücü ve özgürlük algısı büyük ölçüde sosyal çevrenin etkisiyle şekillenir. Toplum, bireyleri belirli kalıplara sokarak onların hayal kurma yeteneğini köreltmeye çalışır. Oysa hayal gücü, bireyin kendini aşmasını ve içinde bulunduğu sosyal sınırları sorgulamasını sağlar. Ne var ki, hayalleri sürekli engellenen birey, zamanla hayal kurmaktan vazgeçebilir. Sosyal psikolojide “öğrenilmiş çaresizlik” olarak tanımlanan bu durum, insanın tekrar eden olumsuz deneyimler karşısında mücadeleyi bırakmasına yol açar. Sü...

İHANETİN KÖKENİNDEN BAKIŞ

İhanet kuşları, dalların arasında uzun uzun konuştular, tartıştılar. Kimileri gagalarını sertçe tıkırdattı. Ortalık giderek hararetlenirken, içlerinden biri öne çıktı. "Nasıl olur? Adımızla ters düşmüş olmaz mıyız? Bize ihanet kuşları diyorlar, hainlik bizim işimiz!" dedi. Kafası karışan, aklı başında görünen orta yaşlı bir kuş, kanatlarını çırpa çırpa kalabalığın önüne geçti. "Açılın, açılın!" dedi. "Madem adımız ihanet kuşu, ben de bu sefer öyle bir ihanet edeceğim ki aklınız başınızdan uçacak, gaganız uçuklayacak!" Kalabalık, şaşkın bakışlarla bekledi. "Ne yapacağım hakkında fikri olan var mı?" diye sordu. Fakat ne bir yanıt geldi ne de bir hareket. Sadece meraklı gözler, onun cevabını bekliyordu. İleri atılarak fikrini açıkladı: "Artık ihanet etmektense toprak yerim daha iyi!" Şaşkınlık sessizliği kısa sürede amansız bir uğultuya dönüştü. Kuşlar birbirlerine baktılar, kiminin gözleri kısıldı, kiminin tüyleri kabardı. İçlerinden biri...

SARMAL İLETİŞİM ve AHLAK

Ele geçirilmişlik içinde, özgürlüğe duyduğumuz ihtiyaç gözden kaçırılmamalıdır. Sorunun özünde aşırılık ve dengesizlik yatmaktadır. Özgürlüğü ve ahlakı aynı yolda, kol kola yürürken görebiliriz. Eğer bugün ahlaka ihtiyaç duyuyorsak ya da ahlaksal davranışlarımızın karar mekanizmalarımızı şekillendirebileceği, aklımıza ve ruhumuza ışık olabileceği öngörüsüne sahipsek, bu düşüncenin temeli, doğduğumuzda bize verilen özgürlüğümüzün gasp edilmiş olmasıdır. İnsan, hayalinde uçabilmek, yollarda özgürce koşabilmek için yalnızca bedensel değil, zihinsel ve ruhsal özgürlüğe de ihtiyaç duyar. Özgürlüğün kısıtlanması, ahlaksızlığın doğmasına sebep olur. Doğadaki tüm canlılar, özgür zeminde doğal ahlaka sahipken, aralarında sınırsız koordinasyon kurabilme yetisi yalnızca insana aittir. Akıl, özgürlük ve ahlak arasındaki eşsiz uyumu kurabilecek koordinasyon görevini üstlenen yegâne cevherdir. Ancak ahlak yalnızca nesnel bir yapı değildir. Öznel ahlak, bireyin iç dünyasında filizlenen ve toplumun da...

TOPLUMSAL UZLAŞI Ⅱ

Toplumsal uzlaşıya geçiş, her açıdan zorunluluk teşkil ediyor. Mevcut sistemin en önemli dayanağı sömürü olduğu sürece, f iziki koşullar ve matematiksel veriler temel kaynakların hızla tükendiğini gösteriyor. Bu durum, gelişmiş ve gelişmekte olan toplumları kaçınılmaz olarak yeni kaynak arayışına ve mevcut kaynakları iktisadi bir yaklaşımla değerlendirmeye zorlayacaktır. Tarihsel olarak bakıldığında, kaynakların tükenmesi ve ekonomik krizlerin toplumları büyük değişimlere zorladığı birçok dönem yaşanmıştır. 1929 Büyük Buhran'ı, kapitalist sistemin içsel çöküşlerinden birini temsil ederken, 1973 Petrol Krizi, enerji kaynaklarının nasıl bir silaha dönüşebileceğini göstermiştir. Günümüzde ise küresel ısınma, doğal kaynakların hızla tükenmesi ve ekonomik eşitsizlikler, yeni bir toplumsal uzlaşı ihtiyacını her zamankinden daha belirgin hale getirmiştir. Bu bağlamda, teknolojik gelişmeler yeni kaynak arayışlarını da beraberinde getirmiştir. Yenilenebilir enerji kaynakları, lityum ve koba...