Yokluk, korkularımızla yüzleşmeyi bize öğretmiştir. Herkesin yürüdüğü yol, sizi ölüm vadisine mi götürüyor? Bunda kaygı duyulacak ne olabilir? "Lütfen önden buyurun, sizin arkanızdayım." Önden gidenler de bir başkasını takip ediyordur. Sonu yok oluşla bitecek yolculukta kimse yalnızlık çekmeyecektir. Biz varlıktan önce yoklukla yoğrulmalıyız; çünkü yokluk bizim mayamızdır.
"Çok" ve "az" gibi kavramlar, çocuğun öğrenmeye çalıştığı ilk kavramlardır. "Çok" dediğinizde, zamanla ilgi gördüğünüzü öğrenirsiniz. "Yok" ise bizim bittiğimiz andır. Ama zamanla yokluk bizi içine çektikçe, yürüdüğümüz yol bir otobana dönüşür. Oysa gerçek varlık, tam tersine, yokluğun içinde devinir. Varlık, ilgilendiğimiz alana göre iç dünyamıza anlam taşır. Yalnız, tek başına yürüdüğü yolda kendisiyle yüzleşenler, gerçek varlığı nerede bulacağını bilir.
İçimde bir yolculuğa çıkıyorum. Bu, yalnızca fiziksel bir hareket değil; içsel bir keşfe dönüşüyor. Kayıkçı küreği suya daldırırken, dış dünya sabit gibi görünüyor. Fakat her kürek darbesiyle kayık biraz daha ilerliyor. Sanki bir kayboluş ve yeniden doğuş arasında gidip geliyoruz.
"Hazır mısın?" diye soruyor Kayıkçı. Gözlerindeki o derin bakışı hissediyorum. Bu bakışta bana yön veren bir şeyler var ama ne olduğunu tam olarak çözebilmiş değilim.
"Hazırım," diyorum. Ama gerçekten hazır mıyım? O soru hâlâ zihnimde yankılanıyor. Kayıkçının sessizliği, derinlerde yankılanan bir cevap gibi bana hazır olduğumu duyuruyor sanki. O derin sessizlikten birçok anlam yüzeye çıkıyor. Kürek her hareket ettiğinde, sular biraz daha kayboluyor. İçimdeki dünya, dışarıdaki dünyadan çok daha derinleşiyor. Sonra anlıyorum; bu yolculuk bir yön arayışı değil. Gerçek yolculuk, dış dünyada değil, içimde başlıyor.
Bir süre sonra Kayıkçı küreğini bırakıyor ve sessizlik başlıyor. Sadece suyun sesi duyuluyor. Her şey yerli yerinde gibi görünse de içimdeki bu sükûnetin ardında bir şeyler derinlerde şekilleniyor. Yolculuk, varışla ilgili değil; çünkü varış, zaten içimizdedir. Sözlerin anlamını aramak yerine, hareket hâlinde olmanın getirdiği farkındalığa yaklaşıyorum.
Kayıkçı bir süre hiç konuşmuyor. Herkesin bir yolu vardır ama herkes o yolu aynı şekilde yürümek zorunda değildir. Kayıkçı, bana karşı desteğini hiçbir zaman esirgemeyen bir yoldaş gibi hemen yanımda duruyor. Kürekleri çektikçe, kayık biraz daha ilerliyor. Çektiğim her kürek suya dalıp çıktıkça, yolculuğum sadece bir hareket değil, aynı zamanda bir keşfe dönüşüyor. Bu yolculuk sırasında edindiğim deneyimler, bana ilk bakışta anlaşılmaz gibi görünen dünyalara pencere açıyor.
Yolculuk sona erdiğinde, ne varacak bir nokta ne de bir bitiş var. Bu, yalnızca bir farkındalık yaratıyor, bir keşif değil. Kayıkçı, "Gerçek kayıkçı, seni suya doğru iten ve suyun yüzeyinde kaybolan kayıkçı değil, suyun içinde kaybolan gerçek kayıkçı sensin," diyor. Yolculuk sadece dış dünyada değil, içimizde başlıyor ve yeniden şekilleniyor. Gerçek varlık, dışarıda değil, içindeki yolculukta bulunur. Bu yolculuk yalnızca bir geçiş değil, bir dönüşümdür.
Yolculuğum devam ediyor. Kayıkçı hâlâ suskun, ama ben artık daha fazla konuşmaya gerek duymuyorum. Çünkü artık, her anın farkındalığında yeni anlamlar doğuyor. Ve belki de en önemli şey şu: Yolculuk, içindeki boşluğu görmek ve ona yeni anlamlar katmaktan başka bir şey değildir.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder