Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

YERLEŞİK GEZGİN FİLOZOFLAR ve SANAT

Zamanın dalgaları sadece günün 24 saatiyle ve kaybolan 10 günle başlayıp bitmiyor. Bazen zaman, insanın düş evreninde başka bir insani boyut olduğunu gösteriyor. Bu düş evreni ne kadar da yüzeysel gibi görünüyor, değil mi? Gerçeküstü bir yönden bakıyorum. Örneğin Salvador Dali’nin bakış açısının kıyısından kendi dünyama döndüğümde, eriyen zamanın saatinde tam 12’den vurmuş olduğumu görüyorum. İşte o an gerçeküstü, hayal olmaktan öteye geçiyor demekten kendimi alamıyorum. Her gün düşlerimin esinleriyle duygu yüklü resimler çiziyorum. Anlık zaman karelerine… Bu kareler anlık gibi görünse de hepsi yüzeyde duran farkındalıkların eğilip bükülmesinden ibaret değil. Gerçek, bu küçük karelerin içine sığdığında; bir anlık tutku ya da bir anlık hüzün içerisinde donarak hapsoluyor. İşte bu sıkışmış gerçeklikten, tuvalsiz düş resimlerimin anlık kareleriyle sıyrılıyor; gerçeküstücülüğün boyutlarında dolaşan bir gezgin oluyorum. Ve bir gün bu gezgin bir rüzgâr fark etti. Bu ne biliyor musun? Zam...

GERÇEĞİN TAŞIYICI KOLONLARI: DOĞRULUK

Doğruluk ne kadar önemli bir erdem… Bazen doğruluk bir yük gibidir; çünkü her zaman kolay taşınmaz. Gerçek bize bir durumun kendisini, yani olanı verir. Oysa doğruluk, gerçeği görmekle kalmaz; ona göre bir tutum almayı da gerektirir. Gerçek, bir şeyin yapısını ve koşullarını ortaya koyar; doğruluk ise o gerçeği ayakta tutan taşıyıcı kolondur. Gerçek, doğruluk olmadan yönünü kaybeder; tıpkı iç pusulasını yitirmiş bir insan gibi. Diyelim ki bir bilim insanı, dünyanın başına gelebilecek bir şeyi keşfetti. Bu, var olan bir sorunun daha büyük bir soruna dönüşmesiyle ilgilidir. O bilim insanı, bu bulgusunu ve çözüm yollarını kamuoyuyla paylaşmama kararı sebebiyle doğruluktan ödün verdi ve bilgiyi makale şeklinde yayımlamadı. Paylaşmış olsaydı, dünyanın başındaki sorunlar kronikleşmeyecekti. Dolayısıyla gerçeği, bu bilim insanı bir çuvala sığdırdı. Bir gün, sorunlar büyüdükçe, sakladığı bu gerçeğin o çuvala artık sığmayacağını görecek. Yani kötüleşecek olan dünya, doğrudan sakınan bilim ins...

YEPYENİ DÜNYA

Çember tamamlanmıştı. Kıvılcımlar, kuru yaprakları andıran ayak izlerini yutarken, duman göğe değil, toprağın kalbine doğru sızıyordu. Kalabalıklar bağırmıyordu artık. Onlar çoktan kendi gölgelerine esir olmuştu. Her biri, alevlerin hipnotik dansında benliklerini unutmuş gibiydi. Ve tam merkezde, bir adam oturuyordu. Ne bağırıyor, ne kaçıyordu. Gözleri kapalıydı ama görüyordu. Ellerini dizlerine bırakmış, sırtını eğmemişti. Etrafı cehennem gibi ama içi bir bahar sabahı kadar sakindi. Onun için bu yangın, bir tehdit değil, bir karşılaşmaydı. Kendiyle, insanla ve zamanla. Gölgeler üzerini örtmeye çalışıyordu. Kalabalıkların bastırdığı korkular, gövdelerinden ayrılıp duman gibi yükseliyor, onun etrafında dönüyor, içeri sızmak istiyordu. Ama adamın etrafında bir hale vardı. Görünmez ama güçlü. Gözle görülmeyen bir bilgelik, bir duruş gibi. Tam o anda, bir ses geldi. Rüzgardan mıydı, yerin içinden mi, yoksa kendi zihninden mi doğdu, bilemedi. Ama sesti bu. Ve ses ona "Ben buraday...