Ana içeriğe atla

KENDİNE YAKIN OLMAK, YARATMAKLA MÜMKÜN

Kendine yakın olmak, dışarıdan bakıldığında bir ayrıcalık gibi algılanabilir. Gerçekte bu durum, derinlere kök salmış, çok yönlü bir yalnızlığın izleklerine doğru bizi çeker. Kendimize yaklaştıkça çevremizden uzaklaşmaya başlarız. Bu ne bir yabancılaşma ne de bir kibir hâlidir; hakiki bir karşılaşmanın neticesidir. Çünkü çoğunlukla insanlar kendilerini sahip oldukları şeylerle tanımlarlar: eşyalar, unvanlar, statüler ve ilişkiler. Oysa bu görünen zenginliğin ardında, kendinden uzaklaşmış bir zihin ve boşlukla dolu bir benlik yatar.

Bu yakınlık, sahip olmakla ilgili değil; kendimize karşı içtenliğimizle, varoluşumuzun yükünü taşıma cesaretimiz ve yaratma sürekliliğiyle ilgilidir. Kendimle kurduğum bu bağ, dış dünyanın beklentilerine karşı sessiz ama dirençli bir duruştur. Kalabalığın alkışını değil, içsel varoluşu önemseyen bir duruş. Belki de bu yüzden suskunluğum, bazıları için bir simyacının sessizliği gibi algılanıyor. Ben sustuğumda, içlerindeki gürültü yükseliyor; varlığım, onların yok saydıklarıyla yüzleşmelerini kaçınılmaz kılıyor. Ve bu yüzleşme, en çok kaçındıkları şey. Hiçbir şeyin anlaşılmadığı, her şeyin önyargılarla gölgelendiği bir yerde, suskunluğun bir tercihe dönüştüğünü öğreniyorum.

Oysa benim uğraşım başka yerde. Benim derdim yaratmak.

Yaratmak, var olmanın en sahici biçimlerinden biridir. Bir eseri hayata dökerken ve ona kalıcılık armağan etmeye çalışırken farkında olmadan kendini de yeniden şekillendirirsin. Çizgilerde birer dünya belirir, kelimeler evrenler kurar, notalar sonsuzluğa uzanır; hepsi de iç dünyandan süzülen varlığın soluk izleridir.

Ben yaratırken, varlığımın en içteki noktasından yola çıkarım; o nokta, benliğin kabuklarından sıyrılmış, zamanın ve mekânın ötesinde bir bilinç alanıdır. Dış dünyanın dayatmalarından arınmış bu merkez, gerçekliğin dokunduğu yerdir. Yaratım burada yalnızca bir eylem değil, varoluşun kendisini anlama ve dönüştürme çabasıdır. Biçim, bir anlatım; içsel dokunuştan doğan bir ifadedir. Çünkü yaratmak, özün dile gelişidir. Yaratım sadece bir beceri değil; duygu, düşünce ve ruhun uyumla hareket ettiği bir varoluş biçimidir. Bu derinlik ise yalnızca kendine yaklaşmayı göze alabilenlere açılır.

Nasıl mı?

Kendine yaklaşmak, yüzeydeki yansımaların ötesine geçmektir; kabukların ardındaki sessizliğe, en gerçek varlık alanına ulaşmaktır. Bu yol, korkusuzluk ve sabır ister; çünkü orada benliğin bütün yanılsamalarıyla, korkularıyla ve kırılganlıklarıyla karşılaşırsın. Kendine yakın olmak, içsel bir barışın kapısını aralamak, kendi özünü tanımak ve kabul etmektir.

Yaratım, bu kabulden doğar. İçindeki tüm parçaların —duyguların, düşüncelerin, sezgilerin— bir araya gelerek yeni bir varlık oluşturmasıdır. O varlık sadece dışa vurulan bir eser değil, aynı zamanda kendini sürekli yeniden inşa eden bir ruh halidir.

Ve işte o an, zaman ve mekân da anlamını yitirir. Çünkü gerçek yaratım zamansızdır; geçmişin yükü ve geleceğin kaygısından bağımsız, sadece “şimdi”nin saf bilincidir.

Bu yüzden, yaratmak en derin yalnızlıkta bile kendini bulma, kendinle yeniden tanışma ve varoluşun özüne dokunma eylemidir. Ve ancak bu derinliğe inenler kendi evrenlerini inşa edebilir; çünkü gerçek evren, öncelikle bizimle kurulur.

Geceleri, dış dünyanın dayattığı saatlerden, kurallardan ve rollerden sıyrılmış bir zaman kurarım. Bu zaman dıştan değil, içten işler. O anlarda yalnızca kendimle değil, evrenle de aynı hizadayım. Evrenin nabzı, içimdeki kurgusal evrenle birlikte atmaya başlar. Dış dünyanın ritmi kesilirken, iç dünyanın müziği başlar. İşte bu zaman diliminde, yaratımın gerçek ritmini duyarım. O ritim bana sadece ilham değil, varoluş sebebi de olur.

Kendime yakın oldukça, dış dünyayla arama bir kabuk örüyorum. Ancak bu kabuk korunmak için değil; şekillenmek içindir. Bir zırh değil, bir sanat formudur bu. İçimdeki ışık ne kadar parlaksa, dışarıya yansıyan görüntü de o kadar anlamlı olur. Ben, beni anlamayan bakışlara karşı sanatla cevap veriyorum. Çünkü bazı hakikatler yalnızca imgelerle, seslerle, renklerle dile gelebilir. Sözcüklerin bittiği yerde sanat başlar.

Ben sağ oldukça, sanatım da yaşayacak. Çünkü zaman benim için kronolojik bir çizgi değil; yaratıcı bir sürece sapar. Yaratım ise çoğu zaman pürüzsüz işlemez: çizgisel akıştan uzaklaşır, çatallanır, yön değiştirir. Riskler ve belirsizliklerle örülüdür. Zaten onu yaşanır ve gerçek kılan da, yaratım sürecindeki hızın kontrol edilemeyen sapmalara yol açabilmesidir.

Zaman, içimde kurduğum imgelerin düşünsel ya da duygusal olarak dünyada bir karşılık bulmasıdır. Bu karşılık bir rastlantı değil, belirli koşulların ve içsel yoğunluğun kesişimidir. Ve her yaratıcı, bu kesişimi fark edecek bir açıklıkla eserini üretir. Evren benden büyük, evet. Ama ben de onun bir parçasıyım. Üretim sürecimle varoluşa yaklaşır, kendimi yeniden konumlandırırım. Bu bağ, beni hem dünyaya hem kendime yaklaştırır.

Diğerleri sahip olmaya çalışırken, ben bırakmayı öğreniyorum. Çünkü sahip olmak kontrolü; yaratmak ise özgürlüğü çağırır. Ve ben yaratımın özgürlüğünü, sahipliğin güvenliğine tercih ediyorum. Kendine yakın bir insan en büyük devrimi kendi içinde yapar. Belki de en hakiki devrim budur: insanın kendi iç zamanını kurması, kendi iç evrenini duyabilmesi.

Kendine yakın olmak; uzaklaşılan, unutulan, reddedilen bir hakikati hatırlamaktır. Bu hatırlayışla yeniden şekil vermek, yeniden doğmak ve her şeye rağmen sanatla var olmak... başlangıcın gölgesinde ışığın dansını görebilmektir. 

Can Ezgin

Telif Hakkı Saklıdır 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEMOKRASİ İÇİN KİLİT UNSURLAR

Basın, kamusal alanda doğru bilgiye erişimi sağlayarak demokratik süreçlerin sağlıklı işleyişi için kritik öneme sahip toplumsal bileşendir. Özellikle toplumsal ya da politik krizlerde basın, kamuoyunu bilgilendirerek halkın doğru kararlar almasına yardımcı olur. Basının özgürlüğü, demokratik değerlerin korunması ve halkın bilinçli bir şekilde kararlar alabilmesi için temel bir hak olarak kabul edilir. Ancak, basın mensuplarının hatalı haber yapması durumunda dahi onları suçlamak ve hedef göstermek, demokrasiyi tehdit eder. Basına yönelik suçlamalar, yalnızca basının özgürlüğünü sınırlamakla kalmaz, aynı zamanda halkın özgürce bilgi edinme hakkını da engeller. Bu nedenle, basın mensuplarına yönelik baskılar, hem toplumu bilgilendirme işlevini zedeler hem de demokratik süreçleri tehlikeye atar. Bağımsız ve demokratik toplumlarda, gerçek suçlular adalet önüne çıkarılmalıdır. Toplumları yönetenler ve güç sahipleri, hukukun üstünlüğüne saygı gösterdiklerinde ve suçlular adil bir biçimde y...

BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ'NDE DENGE KÖŞE

Masanın ortasında üç büyük harita yer alır: Ukrayna, Ortadoğu ve Güney Asya.  Ortadoğu’daki çatışmalar ve Güney Asya’da patlak veren Hindistan ile Pakistan arasındaki savaş, küresel krizlerin oluşturduğu Bermuda Şeytan Üçgeni'nin son köşesini tamamlar. Bu jeopolitik üçgen, çatışma ve belirsizliklerin merkezi olarak adlandırılmıştır. Diğer gölgede, Güney Asya haritası odanın karanlık ve belirsiz bir noktasında durur; Ortadoğu'nun haritası ise biraz daha belirgindir. Bir perde, arka planda denizlerin gümbürtüsünü ve uğuldayan rüzgârı temsil eder. Kapıdan içeriye, zaman zaman bir kâhin ya da bir anlatıcı gibi bir figür girer. Anlatıcı (derin bir sesle): Bermuda Şeytan Üçgeni’ne adım atıyoruz… Fırtınalar arasında kaybolan gemiler gibi... Bir yanda Ortadoğu'nun kudretli, yakıcı sıcaklığı, diğer yanda Ukrayna'nın fırtınalı kışı… İki köşe, her biri farklı bir dünya, farklı bir zaman dilimi... Ama hepsi bir şekilde birbirine bağlı. Denge, her iki köşede de bir sırrı barı...

BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ: DÜNÜ VE BUGÜNÜ

Dünya bazen karmaşık bir labirent gibi hissettirir. Ülkeler ve insanlar, çıkar çatışmalarının ve tarihsel yaraların ortasında savrulurken, sanki görünmez bir güç bu karmaşayı daha da derinleştirir. Bugün dünya, yeni bir Bermuda Şeytan Üçgeni'nin kıskacında. Bu üçgenin köşeleri; Avrupa'da Ukrayna Savaşı, Ortadoğu'da bitmek bilmeyen çatışmalar ve Asya'da Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilimle şekilleniyor. Bir yanda toprağın, diğer yanda inancın, öte yanda ise kimliğin savaşı... Hepsi bu üçgenin içine çekiliyor.  Tarihsel Arka Plan: İmparatorlukların Çöküşü ve Modern Bermuda Bu çatışmaların köklerini, imparatorlukların çöküşünde buluyoruz. Avrupa’da çatışma kökenleri, Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Rus İmparatorluklarının yıkılışıyla şekillendi. SSCB'nin dağılması, Ukrayna krizine zemin hazırlayan sınır ve kimlik sorunlarını derinleştirdi. Ortadoğu ise kolonyal mirasın yükü altında kaldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Batılı güçlerin müdahaleleri, etnik v...