Hayat, dış dünyanın ruhsal anlamda içsel dünyamıza yansımasıdır. Gerçeklik, genelde dışarıda nötr bir şekilde var olmasına rağmen, biz ona anlam yükleriz. Yüklediğimiz anlamlar, geçmişteki deneyimlerimize, arzularımıza, korkularımıza ve inançlarımıza dayanır. Bu yüzden bir olay ya da kişi bizim için "iyi" ya da "kötü" olabilir; ancak bu tamamen öznel bir süreçtir. Gerçek özgürlük, bu içsel yansımalara dikkat etmek ve dış dünyayı objektif bir şekilde görmekten geçer. Kendi içsel çatışmalarımızı, korkularımızı ve önyargılarımızı tanıdıkça, dış dünyayı da daha doğru ve berrak bir şekilde algılayabiliriz.
Yaşamın geçiciliği karşısında hiçlik, varlığın ilk kıpırtısıdır. Boşluk değil, aksine olasılıklarla dolu saf bir özgürlük hâlidir. Kendimizi bir anlığına anlamın kapalı kalıbından soyutladığımızda, gerçeklik hiçliğin belirsizliğinde yavaşça, kendiliğinden doğmaya başlar. Bunu bazen bir sanat eseri yaratırken, bazen de bir düşüncenin akışında hissederiz. Çünkü sanat, bize bu alanı sunar. Saklı olanın ortaya çıkmasına imkân verir.
Biz bir yolculuktayız. Bu yolculuk, sadece varış noktalarından ibaret değil, yolda olmamızın anlam yarattığı bir serüvendir. Akış içinde bazen anlamı yitiririz, bazen de en saf hâliyle gerçekliği yakalarız. Ama kesin olan bir şey var: İnsan, gelişime açık olduğu sürece var olmaya devam eder. Ruhumuzun derinliği, onu neyle beslediğimize, nasıl anladığımıza ve neye yönlendirdiğimize bağlı olarak şekillenir.
Ve işte o zaman, yolculuğun en büyük hakikati karşımıza çıkar: Kendini bilmek. Kendini bilmek, sadece kim olduğumuzu değil, kim olmadığımızı da anlamaktır. Varlığımızın karanlık köşelerini aydınlatmak, bizi daha bütün bir insan yapar. Bu süreç sadece fiziksel ya da zihinsel değil, aynı zamanda ruhsal bir derinlik keşfidir. Keşfimiz sınırsız bir potansiyelle birleşir. Akışa kapılmak, bizlere bu özgürlüğü tanımamız adına olanaklar sunar. Kendi yolunu bulmak, yolda olmanın ta kendisidir.
İyilik ve kötülük, insan ruhunun farklı yüzleridir. Birini reddetmek, diğerini kabul etmek, aslında kendi bütünlüğümüzü parçalamak anlamına gelir. Her iki yönümüz de bizden başkası değildir; birini kabullenirken diğerini bastırmak, bir çelişkidir. Bu çelişkinin neticeleriyle yüzleşmek, kendimize ve başkalarına karşı dürüst olmayı gerektirir. Gerçek özgürlük, sadece iyiliğin değil, kötülüğün kaynağını da bilmekle ilgilidir. Ancak bu sayede dengeyi, her ikisinin de farkına vararak sağlayabiliriz.
İnsan bazen iyiliğe tutsak olur, bazen de kötülükle mücadele ederken kendi doğasını unutur. Oysa ikisi de bizdedir ve içimizde bir denge unsuru olarak bulunur. Biz iyiliği hapsettiğimizde, kötülüğü serbest bıraktığımızda veya tam tersini yaptığımızda değil, her ikisinin de farkına vardığımızda kendimizi gerçekten tanımaya başlarız.
Zorluklarla yüzleştiğimizde, süreci kavramaya başlarız. Kendini tanımak, sadece iyi olma çabası değildir. Yolculuk, bu içsel yüzleşmelerin ana etkenidir. Kendi içimizdeki iyiliği ve kötülüğü kabul ettiğimizde, daha derin bir özgürlüğe ulaşırız. Kendini bilmek, sürecin sonunda netleşir. Bu farkındalık anı insanın en saf hâlini, en doğal ve özgür formunu ortaya çıkarır. Bu yüzden hiçliğin içinde yola çıkmak, kendini bilmeye çalışmanın en saf hâlidir.
Görmek, bazen aldanmaktır; çünkü gözlerimiz, zihnimiz ve duygularımız dünyayı şekillendirir. Dış dünyadaki nesnellik, iç dünyamızın yorumlarıyla harmanlanır ve biz, gerçeği değil, onun zihnimizdeki yansımasını görürüz. Ancak bu, bizi yanılgıya düşürmek için değil, insan deneyiminin bir parçası olarak var olan bir durumdur. Gördüğümüz her şey, geçmişimizden, inançlarımızdan ve beklentilerimizden izler taşır. Bu, gerçeği sorgulamak ve ona daha derinden bakmak için bir fırsattır.
Aldanış, yanlış görmekten çok, gördüğümüzü tek doğru olarak kabul etmekten kaynaklanır. Gerçek, sürekli değişen bir süreçtir; bu süreci anlamak, ne olduğunu bilmekten daha önemlidir. Oluşları ve olanları sorgulamak, güvenle ilerlemek için gereklidir, çünkü varlık, gözle görülenin ötesinde bir yerlerde olasılıklara açılır.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder