Gerçeklerden uzaklaşıyoruz, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kendimizi yanılsamalarla sarıyoruz. Bu durum, gözle görülebilen açık bir şeyi görmezden gelmemizin sebebidir; çünkü bazen gerçekler sırtımıza olduğu gibi ruhumuza da ağır bir yük bindirirken aynı zamanda zorlayıcı olabilir. Bu yüzden onlara doğrudan bakmaktan kaçıyoruz. Ancak bu kaçış bir çözüm değil, aksine bir bataklık gibi bizi içine çekiyor. Kendi gerçeklerinden uzaklaşan insan, zamanla sorumluluk bilincini kaybeder ve bunun yerine şikayet etmeye, başkalarını suçlamaya, durumu değiştirmek yerine pasif bir şekilde söylenmeye başlar. Olan biten her şeyden uzaklaşan insan, yerli yersiz söylenir ve çocukça şikayetlerde bulunur. Önüne çıkan karanlık yolları aydınlatmak yerine, karanlığa söylenir ve kızar.
Şikayet, çoğu zaman eylemsizliğin kılıfıdır. Kendi hayatımızın dümenine geçmek yerine, suyun bizi nereye götürdüğüne bakmadan akıntıya kapılmayı seçeriz. Hakikatten uzaklaştıkça, pusulasız yol alan bir kaptan gibi oluruz. Dalgalar bizi oradan oraya savururken, rotamızı belirlemek yerine suyun akışına teslim olmayı seçeriz. Kendi ellerimizle dümenimizi bırakır ve sonra şikayet etmeye başlarız: “Neden buradayız? Neden yolumuzu kaybettik?” Oysa rüzgarın yönünü okumayanlar, haritaya bakmayanlar bizden başkası değildir. Hakikati görmeye cesaret edemediğimizden, dalgaların oyuncağı olmaktan başka bir seçeneğimiz kalmaz. Zamanla gerçekleri olduğu gibi kabul ederken, onları anlamaya çalışmak ve onlarla yüzleşmek özgürlüğü geliştirir, ilerlemeyi mümkün kılar.
Gerçeklerden kaçanlar giderek çocuk gibi bir tavır takınır. Çocukların
şikayetleri çoğu zaman masumdur; çünkü onlar henüz kendi güçlerini tam
anlamıyla keşfetmemişlerdir. Yetişkin bir bireyin, gerçeklerden kaçıp
sürekli şikayet etmesi, onun kendi gücünden ve iradesinden vazgeçtiğini
gösterir. Bir gölge gibi gerçeklerden kaçarken, kendi hayatının öznesi olmayı
unutur. Tıpkı zamana direnen bir heykelin yüzünün aşınması gibi, insan da
kendisini yavaş yavaş silikleştirir. Bu durum ruhsal anlamda gerilemeye işaret eder.
Oysa insan, gerçekleri görüp onlarla yüzleştiğinde olgunlaşır. Gerçek olgular zorlayıcı olsa da içsel büyümemizin temel taşıdır. Hayatımızın sorumluluğunu
üstlendiğimizde, şikayet etmek yerine çözüm üretmeye odaklanırız. Bir heykeltıraş,
mermeri yontarken elleri yorulsa da sabırla çalışmaya devam eder. İnsan,
hakikatin çekiç darbeleri karşısında yıkılmak yerine, onlara direnç göstermeli,
iradesini çelik gibi bileyerek şekillenmelidir. Teslimiyet, kör bir kabulleniş
değil, bilinçli bir mücadele olmalıdır. Çünkü bildiğimizi dile getirdiğimizde dünya eskisinden çok daha iyi olacaktır. Değiştirmek
için önce kendimizden başlamayı denemeliyiz. Önce içimizdeki kaosu disiplinle
yoğurmalı ve karanlığı ışığa çevirecek kudreti göstermeliğiz. Hakikat
karşısında eğilmek değil, onunla yüzleşmeye karar verdiğimizde savrulmadan kök
saldığımızı gördüğümüzde yıkılmayacağımızı, zorluklara karşı ayakta
kalacağımızı kavradığımız an kendimizi yeniden inşa etiğimizde gerçek gücümüzü
kazanırız. Gerçek, acımasız olabilir ama ancak onunla yüzleşenler kendi yollarını
çizebilir. Sisleri dağıtmak cesaret ister; pusulasını eline alanlar,
yıldızlara bakmayı öğrenen yolcular, eninde sonunda rotasını bulacaktır.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder