Ana içeriğe atla

SAHAFLAR ÇARŞISINDA KİTAP GEZGİNİ

Akşamüstü yaklaşırken güneş alaca karanlığa süzülüyor, sokak lambalarının sarı ışıkları gölgelerle usulca dans ederek sokakta belirsiz siluetler oluşturuyordu. Günün yorgunluğu şehrin üzerine ağır ağır çöküyor, kalabalık caddelerden uzaklaşan adımlarım beni sessizliğin içinde daha derin bir atmosfere sürüklüyordu. Kitapçı dükkânlarının sıralandığı dar sokakta şehrin gürültüsü giderek azalıyor, adımlarımın sesiyle çınlayan kaldırımlar, zamanın ritmini yavaşlatan bir geçiş noktasında kesişiyordu. Günün telaşı burada silinip giderken yerini dingin bir sessizlik almıştı. 

Kitapçılar sokağından ağır adımlarla geçerken, tabelası solgun, vitrini eski ve dükkanı küçük bir sahaf vardı. Camına yapışmış hafif toz tabakası, yılların izlerini taşıyor; içeriye göz gezdirenleri eski bir dünyanın kapısında duruyormuş hissine sürüklüyordu. Kitap kokusunun her köşeyi sardığı bu yer, dışarıdan bakıldığında eski rafların üst üste dizildiği sıradan bir dükkân gibi görünse de, benim için gerçek bir hazineydi. Bu kitapçılar sokağına her gelişimde, kendimi geçmişin izlerini taşıyan bir yolculuğun eşiğinde hissederdim.  

Kapıdan içeri adım attığımda, eski ahşap zemin hafifçe gıcırdadı. Sanki yılların yükünü taşıyan bu tahta döşemeler, ayak seslerime geçmişin yankılarıyla karşılık veriyordu. İçeriye adım atar atmaz, eski kitapların sayfalarından yükselen o eşsiz koku, ciğerlerime doldu; hafifçe küf kokusuna karışan mürekkep ve zamanın izleri, burayı bir dükkândan çok bir anı odasına dönüştürüyordu. İçerisi, sanki zamanın dışına taşmış, geçmişin sessizce soluk alıp verdiği bir dünyaydı. Raflar, yılların tozunu biriktirmiş, sırtlarında farklı çağlara açılan hikâyeler taşıyan kitaplarla doluydu. Kimi kitapların kapakları solmuş, kenarları aşınmıştı; bazıları ise neredeyse dağılmak üzereydi. İncecik sararmış sayfaları, defalarca çevrilmekten yorgun düşmüş gibi kıvrılmıştı.

Fakat her biri, sadece yazılı satırlarıyla değil, onlara dokunan ellerle, aralarına yerleşmiş hatıralarla da birer hikâye barındırıyordu. Kim bilir, bu raflardan bir kitabı önce kimler karıştırmıştı? Belki genç bir öğrenci, belki de yıllardır aynı sahafı ziyaret eden bir müdavim... Sayfaların arasında, geçen cümleler kimilerini derinden etkilemiş, kimileri ise uzun uzun cümle içindeki kelimelere bakmıştı; bu sorgulayıcı bakışlar gizliydi.  

Sahafın sahibi yaşlı bir adamdı. Beyaz saçları dağınık, gözlükleri burnunun ucuna düşmüş, bir köşede sessizce kitap okurken beni fark ettiğinde hafifçe gülümsedi ve başını salladı. Sessiz selamıyla, anlına vuran ışıkların loş ortamda gözlüğünün çerçevesinde kırılması, buranın bir nevi kutsal bir alan olduğunu hatırlatıyordu. Burada gereksiz kelimelere yer yoktu; sadece kitaplar ve onların anlattıkları vardı. Birden anlamsız kelimelerin yükünden arınmış ve yeni bir dünyanın kapıları aralamış gibi hissettim. Kitaplar, keşfedilmeyi bekleyen olağanüstü yaşamları ve yaşamla bağlı derin düşünceleri içimizden kopan anılarla taşıyordu; raflarda tozlanmış kitap sayfaları, geçmişin, bugünün ve geleceğin kesişim noktalarına dokunuyordu. Sahaf, kelimeleri değil, anlam dünyalarına açılan evrenleri kucaklıyordu.

Raflar arasında gezinirken, ellerim ciltsiz bir romanın yıpranmış kapağına takıldı. İlk bakışta sıradan görünen bu kitapta, sanki sıradanlığın içine gizlenmiş bir şeyler vardı. İçimde, uyanmaya başlayan merakla bu kitaba doğru çekiliyordum. Diğer kitaplardan farklı olarak, adeta beni çağırıyordu. Kitabın kapağını dikkatlice açtığımda sayfaların hafif sararmış olduğunu gördüm; yılların izlerini taşıyan bu eski kitabın sayfalarında gezinen ellerim nazik ve özenliydi. Bu durum, ruhuma nostaljik bir huzur vermişti. Sayfalardan yayılan koku, tanıdık bir geçmişin kokusuydu. Zamanın izleriyle karışarak bir esinti gibi gelen bu koku, ruhumu sarhoş etti. Birkaç satır okudum ve o an, hikâyenin beni tamamen içine çekeceğini fark ettim. Kelimeler, adeta kendi evrenine çağırıyordu. Bu kitapla, zamanın ötesine geçmiştim. Bu kitap, benim dünyam için yazarı tarafından kaleme alınmış olmalıydı. Nedense her şey birden silindi, sadece ve sadece bu kitaba, bu hikâyeye odaklandım.

Kendime geldiğimde yaşlı adamın yanına doğru adım attım, elimdeki kitabı kibarca uzattım. Sahafın sakin ve derin bakışlarında bir şeyler vardı, sanki sadece kitabı değil, bütün ruhumu da okuyor gibiydi. Kitabı alırken, gözlüklerini burnunun ucuna doğru kaydırıp, sayfaları dikkatlice inceledi. Kitabın sayfalarına adeta bir bilgenin ruhuyla dokundu, kelimelerin dünyasına aşina olan bu bilge adam o dünyalara yabancı değildi. Sonra bana döndü ve bilge bakışlarından saçılan sesiz kelimelerle, "Güzel bir seçim," dedi. Bakışları sanki iki insan arasında geçen sessiz bir konuşma gibiydi; kitapların ve evrenin kapılarına doğru yolculuğuma başladığımı hissediyordum. Kitaplar ve biz, bir araya gelince sanki bir bütün olmuştuk.

Kitabı özenle bir kese kâğıdına sararken, ellerindeki incelik dikkatimi çekti. Her hareketi bir sanatçı titizliğiyleydi. Kitapların ruhunu tanıyan bilge sahaf için kitaplar, yalnızca ticaret malzemesi değil, birer dosttu. Yıllarını verdiği kitaplar sayesinde ruhunda biriktirdiği derinlik ve bilgelik, her hareketinde hissediliyordu. Kitapları, birer nesne değil, onları okuyan insanlarla bağ kuran, duygusal yol arkadaşları gibi görüyordu. Yol arkadaşları gibi gördüğü kitaplar dünyasının bir parçasıydı ve belki de bu yüzden kitapları verirken, emin ellere bırakmanın huzuru yüzünden okunuyor, bir dostu uğurluyormuş gibi bir havaya bürünüyordu. Gözlerindeki huzur, kitaplarla kurduğu bu derin bağdan geliyordu ve ben de bu huzurun bir parçası olmuştum.

Sokağa çıktığımda, hava tamamen kararmıştı. Şehir ışıkları, gecenin örtüsünün altında titrek bir şekilde yanıyorken elimdeki kitabı sıkıca tutmuş, o sırada duygularım yeni ve anlamlı bakış açılarını keşfedeceğim düşüncesiyle büyük bir heyecan fırtınasına kapılıyordu. Sayfalar arasında ve kelimelerle bezenmiş cümlelerin anlamlı dizilişleri arasındaki yazılar bana yepyeni bir dünya sunuyordu. Attığım adımların sanki bir anlamı vardı, her şey yerli yerine oturuyor gibi adımlarımla kendinden emin şekilde bildiğim dünyalara doğru ilerliyordum. Evime geldiğimde, kitabın kapağını dikkatlice tekrar açtım. Sayfaların arasındaki zamanın dışına çıkmak için kendimi satırların akışına bıraktım. Hikâyelerin dünyasına yeniden çekildiğim an, içinde sıkışmış olduğum duygusuna kapıldığım her şey bir anda silinip gitti. Sesler, ışıklar, tüm o dünya telaşı bir kenara çekildi; sadece kitap ve ben vardım, okuduğum hikayenin içinde bir rüzgar gibi esiyordum. Gece yarısında sayfalar arasında kaybolurken, küçük dükkandaki yaşlı ve bilge sahafın hayatıma kattığı anlamı düşündüm. O sahaf, bana yalnızca bir kitap sunmakla kalmamış, aynı zamanda seçtiğim kitaplarla farklı dünyaların kapılarını açacak dostlar tanıyacağımı anlatmıştı. 

Can Ezgin  

Telif Hakkı Saklıdır



 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEMOKRASİ İÇİN KİLİT UNSURLAR

Basın, kamusal alanda doğru bilgiye erişimi sağlayarak demokratik süreçlerin sağlıklı işleyişi için kritik öneme sahip toplumsal bileşendir. Özellikle toplumsal ya da politik krizlerde basın, kamuoyunu bilgilendirerek halkın doğru kararlar almasına yardımcı olur. Basının özgürlüğü, demokratik değerlerin korunması ve halkın bilinçli bir şekilde kararlar alabilmesi için temel bir hak olarak kabul edilir. Ancak, basın mensuplarının hatalı haber yapması durumunda dahi onları suçlamak ve hedef göstermek, demokrasiyi tehdit eder. Basına yönelik suçlamalar, yalnızca basının özgürlüğünü sınırlamakla kalmaz, aynı zamanda halkın özgürce bilgi edinme hakkını da engeller. Bu nedenle, basın mensuplarına yönelik baskılar, hem toplumu bilgilendirme işlevini zedeler hem de demokratik süreçleri tehlikeye atar. Bağımsız ve demokratik toplumlarda, gerçek suçlular adalet önüne çıkarılmalıdır. Toplumları yönetenler ve güç sahipleri, hukukun üstünlüğüne saygı gösterdiklerinde ve suçlular adil bir biçimde y...

BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ'NDE DENGE KÖŞE

Masanın ortasında üç büyük harita yer alır: Ukrayna, Ortadoğu ve Güney Asya.  Ortadoğu’daki çatışmalar ve Güney Asya’da patlak veren Hindistan ile Pakistan arasındaki savaş, küresel krizlerin oluşturduğu Bermuda Şeytan Üçgeni'nin son köşesini tamamlar. Bu jeopolitik üçgen, çatışma ve belirsizliklerin merkezi olarak adlandırılmıştır. Diğer gölgede, Güney Asya haritası odanın karanlık ve belirsiz bir noktasında durur; Ortadoğu'nun haritası ise biraz daha belirgindir. Bir perde, arka planda denizlerin gümbürtüsünü ve uğuldayan rüzgârı temsil eder. Kapıdan içeriye, zaman zaman bir kâhin ya da bir anlatıcı gibi bir figür girer. Anlatıcı (derin bir sesle): Bermuda Şeytan Üçgeni’ne adım atıyoruz… Fırtınalar arasında kaybolan gemiler gibi... Bir yanda Ortadoğu'nun kudretli, yakıcı sıcaklığı, diğer yanda Ukrayna'nın fırtınalı kışı… İki köşe, her biri farklı bir dünya, farklı bir zaman dilimi... Ama hepsi bir şekilde birbirine bağlı. Denge, her iki köşede de bir sırrı barı...

BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ: DÜNÜ VE BUGÜNÜ

Dünya bazen karmaşık bir labirent gibi hissettirir. Ülkeler ve insanlar, çıkar çatışmalarının ve tarihsel yaraların ortasında savrulurken, sanki görünmez bir güç bu karmaşayı daha da derinleştirir. Bugün dünya, yeni bir Bermuda Şeytan Üçgeni'nin kıskacında. Bu üçgenin köşeleri; Avrupa'da Ukrayna Savaşı, Ortadoğu'da bitmek bilmeyen çatışmalar ve Asya'da Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilimle şekilleniyor. Bir yanda toprağın, diğer yanda inancın, öte yanda ise kimliğin savaşı... Hepsi bu üçgenin içine çekiliyor.  Tarihsel Arka Plan: İmparatorlukların Çöküşü ve Modern Bermuda Bu çatışmaların köklerini, imparatorlukların çöküşünde buluyoruz. Avrupa’da çatışma kökenleri, Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Rus İmparatorluklarının yıkılışıyla şekillendi. SSCB'nin dağılması, Ukrayna krizine zemin hazırlayan sınır ve kimlik sorunlarını derinleştirdi. Ortadoğu ise kolonyal mirasın yükü altında kaldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Batılı güçlerin müdahaleleri, etnik v...