Metro istasyonunun kalabalığı içinde, günün yorgunluğunu taşıyan insanlar bir yerlere yetişme telaşındaydı. Beklediğim trenin gelmesine birkaç dakika vardı. Tam o sırada yanımda birinin durduğunu hissettim. Gözlerimi kaldırıp baktığımda, meraklı bakışlarıyla beni süzen genç bir adamla karşılaştım.
"Affedersiniz, siz... Siz şu filan kişi misiniz?" diye sordu, sesi hafif heyecanlı ama kendinden emindi.
Başımı hafifçe yana eğip onu süzdüm. Tanıdık gelmiyordu ama yüzündeki dikkatli ifade, beni bir yerlerden tanıdığını düşündüğünü gösteriyordu.
"Beni tanıyor musun?" diye sordum.
Yüzünde sıcak bir ifade belirdi. "Sanatla ilgili çalışmalarınızı takip ediyorum. Resimleriniz, yazılarınız... Hepsi gerçekten ilgi çekici. Bir gün karşılaşabileceğimizi hiç düşünmemiştim."
Bu tür karşılaşmalara alışık değildim ama ilgisi sahiciydi. Söylediklerinde bir yapaylık yoktu. Metro peronunun loş ışıkları altında, kalabalığın içinde sanattan bahsetmek, hayatın beklenmedik anlarından biriydi.
"Sanatla ilgileniyorsun demek?" dedim.
Başıyla onayladı. "Evet. Aslında resim yapıyorum ve zaman zaman yazıyorum. Ama kafamda çok fazla soru var ve bunları kime soracağımı bilmiyorum. İşte bu yüzden size yaklaşmak istedim."
Onun cesareti ve öğrenme isteği etkileyiciydi. Kalabalık metro istasyonunda, trenin raylarda yaklaşan sesiyle birlikte, bir sohbetin başlangıcı filizleniyordu.
"Dünya kötüye gidiyor diyenlere karşı söyleyeceğim bir söz var: Dünya iyi olacak. Biz, yani insanlar, iyi olmayı öğrendiğimiz sürece her şey daha iyiye gidecek. Karnımız tok, her şeyimiz var. Ama ruhumuz fakir kalmış. Bilincimizdeki kavramlar, gündelik hayatın dar sınırları içinde kapalı kalmış durumda. Böyle bir durumda, nesnel anlamda edindiğimiz servet ve güç, yalnızca mevcut yapıyı ayakta tutmak için harcadığımız çabanın ötesine geçemiyor. Oysa gerçek zenginlik, hiçliğin içinde kendin olabilmektir."
Genç adam dikkatlice dinliyordu. "Gerçekten kendini bilmek böyle bir şey mi?" diye sordu.
"Bir olmasaydı, ikiden söz edemezdik. Ancak iki, her zaman birin öncesinden gelmez ve hayatımızda yer almaz diye bir kural yoktur. Eğer iki önce geldiyse ve bir henüz ortaya çıkmadıysa, gerçeği tam olarak bilemezdik. Ancak kendini bilmek, zaman kavramını daha derin bir şekilde anlamamıza olanak tanır. Birin varlığını bilmeden de, onun geleceğini kavrayabiliriz. Böylece kişi, kendini bilerek daha derin kavrayışlara doğru bir ömür boyu sürecek yolculuğa çıkmış olur."
Genç adamın gözleri parladı. "Bu yolculuğa çıkmak istiyorum, ama nereden başlamalıyım?"
Yüzümde anlayışlı bir ifadeyle, "Elimizdeki olanaklar bize sonsuz refah ve rahatlık sunabilir. Ancak bu refahın içinde sıkışıp kalmak, kendini bilmenin önüne geçmemelidir. Kendini bilmek, bu olanaklara artık erişemeyeceğini kabul etmek anlamına mı gelir? Yoksa, kendini bilmek, zenginliği ve sahip olunanları daha kapsayıcı, daha gerçekçi ve daha derin bir bakış açısıyla yeniden yorumlamak mıdır? Benim için ikincisi doğrudur. Kendini bilmek, zamanı, varlığı ve nesnel dünyayı anlamak için bir kapıdır." dedim.
Trenin ışıkları tünelin içinde belirdi. Genç adam düşünceli bir şekilde başını salladı. "Sanırım sizinle daha uzun konuşmalıyım."
"Zamanı geldiğinde," dedim hafifçe gülümseyerek, "cevaplar kendiliğinden önüne gelecek."
Fikirlerimiz özgünlüğe açılmalı ve şimdilik özgün kalmayı sürdürmeli. Konuşmalarım ve yazılarım aracılığıyla dilim zamanla varlıkla buluşacak. Varlık, sözcüklerle açığa çıktığında dilimden kelimeler bir bir dökülecek, bunları kayda geçireceğim. Ama zamanı geldiğinde...
Bu yüzden, sorduğun ve soracağın soruların yanıtları kendiliğinden önüne gelecek. Eğer bu tempoda ilerlemeye devam edersek, kayda değer bulduğun sözlerimi ve bilgilerimi dikkate almaya devam edersin. Sanatın içindeki keşfetme tutkusuyla insan ruhunun özgürlüğünü kazanman için sanatsal çalışmalar sana ilham versin, çıkacağın yol aydınlık olsun.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder