Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SEYYAR KİTAPÇI

G ünlerden bir gün, arkadaşım Bülent’in çalışma bürosuna ziyarete gittiğimde, masasının üzerinde duran yeni aldığı kitaplar gözümden kaçmamıştı. "Bu kitaplara bakmamda sakınca var mı?" diyerek Bülent’e dostça sormuştum. Bülent, “Hayır, yeni aldım. Az önce seyyar bir kitapçı gelmişti ve aradığım kitaplar elinde varmış, ondan almıştım,”   “Gerçekten mi? Bu kadar hızlı mı bulmuştun aradığın kitapları?” diye sormuştum, şaşkınlıkla. Bülent, “Evet, neredeyse tam aradıklarımı buldum. O kadar ilgisini çekmişti ki, bana ne alacağımı sormaya başlamıştı. Sanırım o da kitaplarını iyi tanıyordu,”   “Evet, bazen öyle olur, insan bir kitapçıya rastlar, ama gerçekten farklı bir deneyim yaşarsınız. Yani, bu kitapçı da başkası gibi mi yoksa farklı bir özellik mi taşıyordu?” Dediğimde ilgim daha da artmıştı.  Bülent biraz düşünmüş ve sonra, "O kadar sıcak kanlıydı ki, kitapları anlatırken gözlerinde bir ışık vardı. Her birini sevgiyle sunuyordu. Gerçekten bu işi seviyor gibi görün...

DALGICIN GÜNCESİ ve DOĞANIN ÇIĞLIĞI

Doğanın sesine kulak veren insanlardan olmayı yeğlerim. Çünkü doğanın bize sunduğu her şeyde bilgelik sözleri vardır. Biz insanlar ise genellikle kısa vadeli hedeflere odaklanarak bu bilgeliği duymazdan ve görmezden geliriz. Peki, doğanın bize söylediği bu sessiz sözleri ne zaman anlamaya başlayacağız? Gerçekten duyuyor muyuz, yoksa yalnızca duymak istediğimizi mi işitiyoruz? Doğanın ritmini yakalamak için yalnızca görmek değil, aynı zamanda hissetmek de gerekiyor. Gözlem yapmayı seven bir dalgıç, doğanın içinde derinlere dalıyor. Ama bu derinlikler, okyanusun değil; hayatın kılcal damarlarının olduğu yerler. Yeryüzünün nefes aldığı o damarlar: Toprağın altında saklanan kökler, suyun çatlak taşlara süzüldüğü yollar, buzulların içinde donmuş zamanın kendisi... Bu damarlar kesildiğinde ne olur? Yaşamı var eden bu bağlar, bizim sınır tanımayan tüketim şeklimize ne kadar daha dayanabilir? Buzullar... Yüzyılların soğuk hafızası yavaş yavaş çözülüyor. Küçük bir damla suda geçmişin izleri ve...

DOĞANIN AKIŞINDA DUYULAN SANAT

Sonunda yönünü tayin eden diğer insanlar gibi kendi yolumu yaratmaya karar verdim. Atacağım adımları, düşüncelerim, duygularım ve eserlerimle işlemiştim. Sorularım, ışığın rengine odaklanmıştı. Yazılarım ve resimlerimle hayatın içinde ışığın rengini betimliyordum. Baş döndürücü bir yolculuğun içinde yol alırken görünmez olmuş, yolun kendisi olmuştum. Bu yolculuk, kendimi tanımanın; bilinmezin uçsuz bucaksız çöllerinde kendime varmanın ve varoluşu sorgulamanın bir hikayesiydi. Bir çizgiyle, bir dokunuşla şekillenen kelimeler, düşlerin eşiğinden çıkılan bu yolda sessizliğin sesi oldu. Yolun kendisi olmuştum ama yine de geceleri yıldızlara, gündüzleri güneşe bakmayı unutmadım; çünkü o, içimdeki ışığı sürekli bana gösterdi. Güneş hep benimleydi. Onun ışığı, zaman zaman ağaçların dalları arasında kaybolsa da, her seferinde yeniden ortaya çıktı. Çünkü bu ışık, sadece gökyüzünde değil, içimde de yanıyordu. Kendimi bulmanın, kendime varmanın, anlamı yaratmanın hikayesi buydu. Bu hikaye, kalaba...

TAŞ DUVARLAR ve ZAMANSIZ KÖPRÜLER

Geçmişin izleri, zamana direnen taş duvarlarda, çatlamış ahşap kapılarda ve yosun tutmuş çatılarda saklanıyor. Kare kare fotoğrafladığım o eski, harabe taştan yapılmış köy evi, yalnızca bir bina kalıntısı değil, orada kımıldamadan duran yaşamın ikliminde sessiz bir anlatıcıydı. Duvarlarında ellerimi gezdirince o evde yaşanmış, sıradanlığa adanmış derin hikâyeleri hissettim. Tarihin canlı anılarına tanıklık etmiş görkemli yapılarda da benzer bir hisle karşılaşırız. Yüksek tavanlar, büyük sütunlar ve karmaşık detaylarla bizi karşılayan bu yapılar, insana hayranlık ve hayret duygusu verir. Ancak bu yapılar yalnızca mimarlarının ve zanaatkârlarının becerilerini yansıtan estetik eserler değildir. Taş oymalardaki desenlere bakınca, orada hâlâ dün yaşanmış gibi duran hikâyeler bizi karşılar. Özenle işlenmiş taş işçiliğindeki detaylarda emeğin izleri saklıdır. Mimarı ve işçileri, çalışırken yalnızca taşları üst üste koymamış; ustalıklarını, hünerlerini ve hayallerini de bu yapılara işlemişlerd...

MEÇHUL RESSAM

Acılar başkalarına ait, yürek dağlayan perdelenmiş acılardı. Kasabanın kalabalıkları arasında fark edilmeyen, ama her şeyin farkında olan sanatçısıydım. Amacım kendimi bilmek ve yaşadığım dünyayı tanımaktı. Kasabanın dar sokaklarında, her adımda yaşanmışlıkların izleri vardı. Sokaklar, zamana direnen taş duvarlarla çevriliydi. Kışın o dondurucu, buz kesen havasında hızlı adımlarla kaldırımdan yola atılan insanların telaşlı yürüyüşleri, ellerindeki paketler ve yüzlerindeki ifadeler beni bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Ama ben, her zaman olduğu gibi, bir köşede oturmuş kalabalığı izliyordum. Kendimi ve dünyayı tanımadan ölmek, benim için en büyük trajedi olurdu. Bu duygu ve bilinçle sanatıma dört elle sarıldım. Bir kıvılcım arayan bakışlarımla önümdeki kâğıda çizgilerimle hareket katıyordum. Gözümün önünde akan hayatın ritminden yansıyan çizgiler, birçok sorunun izlerini taşıyordu. Zaman zaman nötr çizgilerimde benzersiz bir tutku göze çarpıyordu. Bu durum, resimlerime bakan sanats...

ÇALKANTI ve ROTA

Evet ve hayır demeden önce, olasılıkları ve olması gerekenleri görüyorum. Bu durum, teorik bir denkleme tahtanın başında odaklanmak anlamına gelmiyor. Olaylar arasında nelerin birbirini nasıl ve hangi maksatla etkilediğini, insanların davranışlarında hissediyorum. Denizi gördüğünde kana kana su içeceğini düşleyen biri, bir yudum deniz suyunda boğuluyor. Bu nedenle, yolculuklar bizi yeni başlangıçlara götürmek içindir; yeni yolculuğunuz, yüreğinizin götürdüğü yere olsun. Çünkü çağımız bilinmezlere gebe...  Kalabalıkların arasında, bu bilinmezlikler içinde bilenler var. Onların sayısı hatırı sayılır derecede olsa da, azınlık olanlar sadece biliyor değil; aynı zamanda çözümü de keşfetmişlerdir. Her zaman olduğu gibi, çözüm o bilinmezliğin içinde mevcuttur. Ve bu çözüm, yalnızca doğru bir rotayı göstermekle kalmaz; o yolculuğa cesaretle çıkacak olanları da belirler. Yüreğinizin götürdüğü yere varabilmek için, önce bilinmeyenin içindeki haritayı keşfetmek gerekir. Denizi gördüğünüzde, u...

BİLGİ ve ŞEFKATİN DÖNÜŞÜ

Toprağı bilmeyen, ona şefkatle yaklaşmasını da bilemez... Ezip geçer! Bilgiyle işlenen toprak, şefkatle karşılanırsa, hayatın döngüsünde kabul görürüz. O zaman cennetin kapıları ardına kadar açılır!   Can Ezgin Telif Hakkı Saklıdır

HAYAT DAMARLARI

İnsan olabilmenin hayat damarları, sürekli kesilmeye çalışılıyor. Düşünmemen, fikir üretmemen, kendin olmaman bekleniyor. Onlar, anlaşılabilir olana karşı anlamsız bir karşıtlık içinde, ancak yüce olarak adlandırdıkları şey, anlaşılmayan bir karanlığa yakınlık duyuyor. Yücelik, cehaletin derinliklerinden yükselen bir tapınma ve karanlık iktidar ilişkileriyle şekilleniyor. İnsan ruhunu olduğu gibi işleyen sanat ve sanatçılar, onların hasmıdır. Çünkü sanat, "kral çıplak" diyebilmektir; oysa onlar, gerçeği dile getiren sanatçıyı yalancılıkla suçlamak istiyorlar. Dünyada şiddet ve sorunlar devam ettiği sürece, birileri sorunların üstünü örtmeye çalışacak ve suyu bulandıracaktır. Nefret, insanlar üzerinde hakimiyetini sürdürüyor. Dolayısıyla, sevgiden beslenenler, hayat damarlarını kesmeye çalışanlara son sözümüzle yanıt verecek: Biz, sizden çok daha fazlasını biliyoruz. Sevgimizin ışığını söndüremeyecekler. Çünkü hayat damarları kesilmeye çalışıldıkça, insanın varoluşsal hakikati...

BİZ Mİ? O NEREDE?

Neye elimizi attıysak, elimizde kaldı. Belki de bunun böyle olmasını istiyorduk; bizim dışımızda şekillenmeye devam eden güzelliklerin tek sahibi olmayı arzuluyorduk. Bir "ha" dediğimizde sözümüz geçsin, isteklerimizin bizim dışımızdaki gerçeklerle çakışması ise pek de mühim değildi. Çünkü sonuna kadar "ben" ve sonuna kadar "biz" diyorduk. Peki, "biz" mi? O nerede? Aslında sadece süslü bir laftan ibaret; gerisi boşlukta asılı duruyor. Yine de dönüp dönüp arkamıza bakıyor ve gülüyoruz. Neye gülüyoruz? Çünkü "biz" olmadığımızın bilincindeyiz. "Biz" yok, sadece "ben" var. O kocaman "biz," aslında yalnızca bir "ben," başkası değil. Mesele sınırları zorlamak değil; zaten sınırı çoktan aştığımızın farkındayız. Ve bu büyük "benliğe" doğru hızla kayıyoruz. Bilinçsizliğimizin bize oynadığı oyunların ortasında, yine de bu amansız yolculukta bilinmedik sınırların ötesine uzanacağımızı biliyoruz. Be...

BOŞLUKTA KAYAN IŞIK SENFONİSİ

Ressam: Anlayışlı duruşu ve güven verici gülümsemesiyle dönüp bakar. "Karanlık," diyerek devam eder, "İnkar ettiğimiz her şeyi bir perdenin arkasına sakladığımızı unutmayalım. Bazen o perde, önümüze çıkan bir duvar olabilir. O nedenle gerçeği bildiğimizi kendimize itiraf edemiyoruz. Gerçek, artık gün geçtikçe anlamını kaybetmeye başladı. Çünkü çevremizdeki her şeyin aslını yutan dünyalar yaratılıyor. Gerçeği öğrenmek isteyenler, inkar ettikleri yaşantılarının kalıntılarına dönüp baksınlar. Bu perdelerin ve duvarların gerçeği olduğu gibi yutan dünyaların ardında ışık var!" Şair: "Zifiri karanlık, ay görünmüyor gökyüzünde. İnsanlara küsünce çekip gitmiş diyorlar. Gökdelen boyunda dalgalar sahillere vurduğunda, hiçliğin pençesine düştüğünde, düşünmeye vakit kalmadığında… Boşluktan kurtulacaksın. Garantici olanlar kendini düşünür. Sesini duymayı istemediğimiz uğultu, hiçlikte yer bulacaktır. Biliyoruz, iç dünyasında yaşayan kişiliklere sahip insanlarız. Bazen man...

GERÇEĞİN İÇKİN PEÇESİ

Uzun ve zahmetli yolculuklara çıktığımızda, gerçeğin rüzgârıyla yol almaya başlarız. Bu yolculuklarda, gezip gördüğümüz her şeyin bir bir peçesi kendiliğinden kalktıkça, nesnelerin yüzeyinde görünen şeylerin ötesine geçmeye çalışırız. Tabiatı kavrayışımızdaki engeller (yanılsamalar ve inançlar) gerçeğin doğasını gizler. Bu perdeler açıldığında, tözde saklı olan en derin anlamı (özü) keşfederiz. Madde, bu yolculukta bir kapı gibi yüzeydeki yanılsamaların açıklık kazanması için bir geçit işlevi görür. Böylece maddenin temel doğasını (tözü) anlamaya yöneliriz. Aynı zamanda bir köprü olarak, bizi maddi dünyanın ötesine, daha derin bir anlayışla gerçeğin anlam dünyasına taşıyan bir araçtır. Bu durum sadece anlayışımızı kavrayışımızla tamamlayan bir geçiş noktası değil, aynı zamanda madde etki yaratan sürecin kendisidir. O, şekilleri biçimlendirir, varlıklarını etkiler ve düşünceler sürece dahil olur. Böylece kendi doğasında bir etkiyi taşır ve bu etki, her adımda bireyi yeni bir farkındal...