Neye elimizi attıysak, elimizde kaldı. Belki de bunun böyle olmasını istiyorduk; bizim dışımızda şekillenmeye devam eden güzelliklerin tek sahibi olmayı arzuluyorduk. Bir "ha" dediğimizde sözümüz geçsin, isteklerimizin bizim dışımızdaki gerçeklerle çakışması ise pek de mühim değildi. Çünkü sonuna kadar "ben" ve sonuna kadar "biz" diyorduk. Peki, "biz" mi? O nerede? Aslında sadece süslü bir laftan ibaret; gerisi boşlukta asılı duruyor. Yine de dönüp dönüp arkamıza bakıyor ve gülüyoruz. Neye gülüyoruz? Çünkü "biz" olmadığımızın bilincindeyiz. "Biz" yok, sadece "ben" var. O kocaman "biz," aslında yalnızca bir "ben," başkası değil.
Mesele sınırları zorlamak değil; zaten sınırı çoktan aştığımızın farkındayız. Ve bu büyük "benliğe" doğru hızla kayıyoruz. Bilinçsizliğimizin bize oynadığı oyunların ortasında, yine de bu amansız yolculukta bilinmedik sınırların ötesine uzanacağımızı biliyoruz. Beklemekten vazgeçtiğim o anda, bir ışık demeti dışarıdaki umut meşalesini yakmaya yetti. Karanlıklar diyarı aydınlanacaktı. Çünkü nerede ışık varsa, orada umut vardı. İçimizdeki umut ışığı yandıkça, dışarıdaki karanlık hep geçici ve yılgındı.
Her düşünce bir yankı gibi yayılıyor. İçimizdeki ışık yanmaya devam ederken, dışarıdaki karanlık ne kadar büyük olursa olsun, bir şekilde geçip gitmeye mahkum. Ve biz, her bir adımda biraz daha yakınlaşıyoruz; belki de kaybolduğumuzu sandığımız yerde, aslında kendimizi buluyoruz.
Bazen, arkamıza bakarken, gerçekten nereye gitmekte olduğumuzu anlayamayız. O an, yolun sonunu göremiyoruz; yine de o ilk adımımızı atıyoruz. Bir şeyin değiştiğini fark edemezken, her yeni adım bizden önce de bir şeyleri şekillendiriyor. Beklemekten vazgeçtiğim o anda, bir ışık demeti dışarıdaki umut meşalesini yakmaya yetmişti. Karanlıklar diyarı aydınlanacaktı. Çünkü nerede ışık varsa, orada umut vardı. Umut, bekleyiş olmamalı. Umut edeceksen, yola çıkmalısın...
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder