Acılar başkalarına ait, yürek dağlayan perdelenmiş acılardı. Kasabanın kalabalıkları arasında fark edilmeyen, ama her şeyin farkında olan sanatçısıydım. Amacım kendimi bilmek ve yaşadığım dünyayı tanımaktı.
Kasabanın dar sokaklarında, her adımda yaşanmışlıkların izleri vardı. Sokaklar, zamana direnen taş duvarlarla çevriliydi. Kışın o dondurucu, buz kesen havasında hızlı adımlarla kaldırımdan yola atılan insanların telaşlı yürüyüşleri, ellerindeki paketler ve yüzlerindeki ifadeler beni bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Ama ben, her zaman olduğu gibi, bir köşede oturmuş kalabalığı izliyordum. Kendimi ve dünyayı tanımadan ölmek, benim için en büyük trajedi olurdu. Bu duygu ve bilinçle sanatıma dört elle sarıldım.
Bir kıvılcım arayan bakışlarımla önümdeki kâğıda çizgilerimle hareket katıyordum. Gözümün önünde akan hayatın ritminden yansıyan çizgiler, birçok sorunun izlerini taşıyordu. Zaman zaman nötr çizgilerimde benzersiz bir tutku göze çarpıyordu. Bu durum, resimlerime bakan sanatseverlerin ruhunda bir anafor meydana getiriyordu. İnsanlar, benim sanatımda kendi hikayelerini görüyordu.
Ellerim donmuş gibi hissizdi ama zihnim, renklerin sıcaklığıyla alev alev yanıyordu. Bir gün yine soğuk bir kış günü, kasabanın en işlek caddesindeydim. Gelen geçenlerin hareketlerini dikkatle kağıda çiziyordum. Beni tanıyan, biraz olsun sanatın ruhundan anlayan kişiler selam vermeden geçmiyordu. Bunlar arasında toplumun çeşitli kesimlerinden tüccarlar, işçiler ve kasabanın renkli insanları vardı.
Selam veren ya da vermeyen insanların yüz ifadeleri, sahte bir huzurun gölgesiyle doluydu. Mutsuzluklarının kaynağı, saplantılı egolarından yüzeye çıkıyor ve bana sert bir şekilde çarpıyordu. En temiz duygularımla bu sahte huzur gölgesinin ardındaki acılara kapıldığımı fark ediyordum.
O an, iki yol belirmişti önümde. Ya ölümün keskin çizgisiyle her şeye son verecektim ya da bu sahte huzurun ardındaki tarifsiz acıları, içimdeki sevgi ve doğanın iyileştirici gücüyle sanat aracılığıyla aşacaktım. İkinci yolu seçmek, yalanın peçesini yırtmak anlamına geliyordu.
Düşüncelerimin girdabında kaybolmuşken, ağır ve sempatik adımlarla yanıma gelen biri oturdu. Göz ucuyla baktığımda, yüzündeki yorgun ifadeye rağmen gözlerinde saklı bir derinlik taşıyan biriydi. Yıpranmış bir şapka takmış, elleri boya lekeleriyle doluydu. Dikkatlice bakınca bir ressam olduğu anlaşılıyordu. Yüzündeki derin çizgiler, o yaşam denen sanatçının izlerini taşıyordu.
Konuşmadan uzun bir süre çizimlerimi izledi. Ellerinin zarif ama nasırlı olduğunu gördüm; tuvalle yıllar boyunca kurduğu dostluğun bir işareti gibiydiler. “İzin verirsen, çizimlerini izlemek isterim,” dedi. Sesinde bir nezaket ve içtenlik vardı. Başımı salladım ve beni varlığını hissettirmeden izlemeye başladı.
Bir süre konuşmadık. Ben de göz ucuyla onun yüzündeki ifadeyi izliyordum. Çizimlerime baktıkça kaşlarını çattı, sonra derin bir nefes aldı. “Ama sen, onların acılarının ötesini görebiliyorsun. Hissettiğin bu acıyı nasıl bu kadar sade ve güçlü ifade ediyorsun?” diye sordu.
Bir süre sessizce çizimlerime baktı. “Bu çizimlerdeki duygular, insanların ruhunu kavrıyor,” dedi. “Ama burada yalnızca gözlemler yok, kendi acıların da var gibi.” Başımı kaldırıp ona baktım. “Acılar benim değil,” dedim. “Onlar başkalarının acıları. Ama bu acılarla yaşanamayacağını anladım. Kendimi iyileştirmek ve dünyayla yüzleşmek için sanata yöneldim.”
O anda, gözlerindeki derinlik daha da belirginleşti. “Sanatın, insanı iyileştirme gücüne inanırım,” dedi. Bir an durdu, sonra yüzünde bir gülümseme belirdi. “Sanatın yalnızca iyileştirmekle kalmıyor,” dedi. “Bir uyanış yaratıyor. Bu, çok az kişinin yapabildiği bir şey.”
Güneş batarken, ayağa kalktı ve son bir kez çizimlerime baktı. Meçhul ressam, gözlerimin içine bakıp hafifçe gülümsedi. “Sanatın bir gün daha fazla insana ulaşacak,” dedi. “Ve sen, kendi trajedini sanatla aşacaksın. Sen kendini ve bu dünyayı tanımadan özgürleşemezsin.” Ardından, sessizce kalabalığa karışıp gitti.
Bu meçhul ressamın sözleri içimde yankılanırken, bir şey fark ettim: Sanat, benim kurtuluşum. Perdelenen acılara rağmen, benim gerçek duygularımın bir yansımasıydı. Ellerim, fırçanın üzerinde yeniden canlanıyor, çizgilerimdeki nötrlük yerini daha derin bir tutkuyla buluşan renk geçişlerine bırakıyordu.
Ve o an, fark ettim ki hiçbir şey kesin değil. Hayat bir trajedi olsa bile, sanat onu anlamlı kılmanın bir yoluydu. Bu düşüncelerle elimdeki fırçaya daha sıkı sarıldım. Çünkü biliyordum ki sevgi ve doğanın iyileştirici gücüyle, görünmeyen şeylerin peçesini sanatımla yırtmaya devam edecektim. Meçhul ressamın adını hiçbir zaman öğrenemedim. Meçhul ressamın sözleri, görünmeyenin ardında duran içkin gerçeği yaratma cesaretini hep hatırlatacaktı.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder