Kimi zaman insanlık, üzerine çökmüş bir gökyüzü gibi gelir. Haberler, yitirilenler, anlamını kaybetmiş kelimeler arasında savrulurken, dünya kendi hızında dönmeye devam eder. Ama biz, yani hisseden, sorgulayan insanlar, bir boşlukta asılı kalmış gibi hissederiz kendimizi. Ve tam da bu yerde, umut başlar. Sessiz, küçük ve dirençli bir kıvılcım gibi.
Umut, çoğu zaman bir zafer çığlığı değildir. Daha çok, bir çocuğun gece lambasını söndürmeden önce gözlerini tavana diktiği o birkaç saniyelik sessizliğe benzer. O anda, bir bilinç uyanır. Korkuya rağmen, karanlıkta bir şekil, bir yön ya da bir ses aramaya başlar. İşte bizim gibiler tam o anlarda yaşar.
Bizim gibiler yarayı görür ama kaçmaz. Kanı durduramasa bile, yaranın başında kalmayı seçer. Sadece ne olduğunu değil, neden olduğunu da sorar. Ve bu basit, neredeyse çocukça gelen soru, binlerce yıldır insanlığın yönünü belirler.
Çünkü umut, bizim gibi insanlarda saklıdır. Hayal kurmak bizim için kaçış değil, gerçeğe yön vermek için yaptığımız bir eylemdir. Yazarken, konuşurken, resmederken ya da sadece susarken bile başka bir dünyayı ima ederiz. Henüz gelmemiş ama gelmeye değer bir dünyayı.
Bizim gibiler, gülmeyi unutanlara gülmeyi hatırlatmakla yetinmez; onlara neden gülmeyi bıraktıklarını sorar. Ve bu sorunun kendisi bile, yeniden hatırlamanın ilk adımı olabilir.
Umut, bizim içimizde kolay taşınmaz çünkü ağırdır. İnce çatlaklardan sızar, zor zamanlarda kendini belli eder, çoğu zaman da sessizce yaşar. Ama vardır. Bir şiirin ucunda, bir yalnızlık gecesinde ya da bir çocuğun çizdiği evin penceresinde bile kendini gösterebilir.
Umut bizim gibi insanlarda saklıdır çünkü biz, inandığımız şeyleri henüz görmemiş olanlarız. Gördüğümüzde değil, inandığımız için yürürüz. Belki de tek farkımız budur: Görünmeyene yürüyenleriz.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder