İki varlık arasında bir doğuş vardır; özellikle varlıklardan biri somut olmak zorunda değildir. Düşüncenin görünen ve görünmeyen çerçevelerinden ilerleyebiliriz: birinci çerçeve somut, diğeri soyuttur. Peki, soyut bir düşünce nasıl olur da somutlaşır? Ben burada sistemin yön verdiği ilişkiler ağından söz etmiyorum; zorunlu “evet”lerden ya da “hayır”lardan değil, salt düşüncenin alev almasından söz ediyorum.
Desenler ve örüntüler bir anda değil, sürecin ilerleyişine ve içkin tutarlılığına bağlı olarak bende şekillenir. Yani, düşüncenin yalnızca kavrayışıyla nasıl ilerlediğimizi sorguluyorum. Ben “aslında varlık oldum, ona karıştım” diyemem. Bu durumda varlığın gerçek hâli bendir diyorum. Ama biz, varlığın “ben” olduğunu bilmiyoruz; onu hâlâ kendi dışımızda niteliyoruz.
Felsefe bu yüzden zor ve bu yüzden değerli bir duruşu bize hatırlatıyor. Varlık, sevgi ile o ben ile kendine yaklaşır. Biz, içimizdeki benin —egonun— içinden varlığın doğmasına izin vermedik.
Önce dönüş gelir; dönüşüm sürecin başlangıcıdır. Bu dönüşün birden fazla yolu vardır. Ardından hatırlamak gelir. Temel konu farkındalıktır. Filozoflar düşünür ve farkındadır. Peki, farkında oldukları nedir? Evrenin yasaları mı, fizik yasaları mı? Yoksa varlığın kendisini doğurmak mı? Asıl fark ettikleri, evrenin hareketidir. Burada yasalardan değil, bir eylemin hangi hareketleri doğuracağını görebilme yetisinden söz ediyorum.
Kendi çağlarını kuşatan ve harekete geçiren düşüncelerin, varlığın özünden bağımsız olarak neleri doğrulayacağını fark ediyorlardı. Süreçten sapmadan ilerleyenler en sonunda hatırlar. Hatırlamanın yolları çoktur; ama bir tek eylemi vardır: düşünce. Düşünmeyi bilmek.
Biz, özneyi oturmuş bir karakter gibi, mutlak bir kavram olarak algılıyoruz; oysa doğru olan bu değildir. Öznenin davranışları ve dış görünüşü aynı olabilir, ama ona dokunan girdiler ve düşünsel-eylemsel çıktılar aynı değildir. Mekanizma değişmez; ama girdiler değiştikçe düşünce teması ve eylemler de değişir. Farkındalık girdi, bilinçli yaklaşım çıktı.
Bu dönüşüm katı, keskin veya köşeli değildir; çünkü artık “Ben neye dönüşüyorum?” sorusunu soruyorum, “Ben kimim?” demiyorum. Beklentilerim yüksek değildir; algılar ve yönlendirmeler üzerinden süzme ve analiz yapıyorum.
Tehesus’un gemisi, onun gemisi midir? Limandan çıkan Tehesus, uzun bir yolculuktan sonra geri döndüğünde, geminin bütün tahtaları değiştirilmişse, limana dönen gemi hâlâ sefere çıktığı gemi midir?
Aynı geminin birebir replikası yapılabilir; ama diğer gemi tonaj ve işlevsellik bakımından farklıysa, ona aynı gemi diyemeyiz. Sadece değişime uğrayarak yenilenmiş bir gemi deriz. Ama bilinçlerimizde çağrışım ve yansıma bakımından, bu yeni gemi eskiyi hatırlatabilir. İşte bu noktada, o gemiye “aynı gemi” demek bir tercih meselesidir. Çünkü Tehesus, yola çıkan ve dönen kişi olarak bilinç bakımından artık aynı değildir.
Ama gemi hâlâ Tehesus’un gemisidir. Yolculuğu süren bilinç, emeği ödüllendirilen çalışanların ve fikir babalarının izi ile varlığını korur.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder