Düşlerin içinde yaşadığını bilen bir insanın ruh hâli nasıl olurdu? Düşleriyle gerçeğe dokunan, hatta gerçekleri yarattığı an bunu kavrayan kişi, neye dönüşmüş olurdu? Antik Helen uygarlığında bile böylesine bir varlığa tanrı payesi verilmiş midir?
Belki de bir şeyin gerçek olması için yalnızca düş kurmak gerekmez. Gerçek ile düşler arasında kurulan bir köprü, ortaya çıkan hakikati her insana farklı gösterir. Başkaları için gerçek olan şey, belki de yalnızca bir düş dünyasıdır. İnsanlar bu düş-gerçekliğin içinde yaşarken, kendi duygularının ve düşüncelerinin etkilerini çoğu kez fark edemezler. Mitolojiler de bu fark edilemeyenleri abartılı hikâyeler yoluyla hatırlatır.
Bazen insan sadece “haber alır”. İlk bakışta bu abartılı görünebilir. Oysa insanlar birbirleriyle ilişki kurarken farkında olmadan sürekli bir savunma içindedirler. Bu savunma, duygusal fırtınalarla örülür. Çoğu zaman, insanın kendince korumaya çalıştığı şey aslında içindeki eski, çocukluk hâlidir.
Sosyal ilişkiler, manipülasyonlarla örülü karmaşık bir alan sunar. İnsan, dış etkenlerin ve toplumsal beklentilerin gölgesinde kendisine ait olmayan gerçeklikler yaşar. Ne zaman kendisine bir fırsat tanınsa, önce o içsel çocuğun sesine kulak verir. Fakat bunu yaparken davranışlarına bir “sosyal maske” bulmaya çalışır.
İşte burada sanatın ve sanatçının önemi ortaya çıkar. Sanatçı için maskeler, kaldırılması ya da kırılması gereken engeller değildir. Sanatçı, maskelerin ham maddesini, toplumsal sebeplerini ve içsel köklerini sezebilen kişidir. Çoğu insan maskesini niçin taktığını bilmez; çoğu zaman yalnızca kendi yalan gerçekliklerini meşrulaştırmak için farazî düşmanlar yaratır. Oysa sanatçı için maskeler de gerçektir; çünkü onlar insanın trajedisini anlatır.
Düşler ve gerçekler arasındaki köprüyü neden önemsediğimi hâlâ tam olarak bilmiyorum.
Sanatçı, yalnızca bir gözlemci değil, aynı zamanda insanın trajedisini gören ve görünür kılan kişidir. Düşleriyle gerçeğe dokunan, maskeleri çözerek ardındaki çocukluk anılarını işiten kişi, toplum için bir tür “haber alıcıya” dönüşür. Belki de insanın en derin gerçeği, sanatçının sunduğu bu yaşanmış, unutulmaya yüz tutmuş belleğin yüzeye çıkardıklarıyla ortaya çıkar. Gerçeğin eksik parçaları okunur.
Çoğu insan yalnızca kendisi için hayal kurabilir. Bazı insanlar ise kendi dışındakiler için de hayal kurabilir. Bu, insanlarda ortak bir duygudaşlık ve hayal dünyasının mümkün olabileceğini gösterir. Tarih boyunca kültürler, insanların bu talebini karşılamaya çalıştı.
Fakat asıl zor olan şudur: Hayal kurabilen kişinin, başkalarına ortak bir hayal gerçekliğine yakın bir reel yaşam sunabilmesi bir yana, asıl güç başkalarının kişisel hayallerini görebilmek ve bilmekte yatar. Böyle bir kişinin davranışlarından doğacak psikolojik enerji, başkalarının kişisel hayallerine dokunabilme olanağını sağlar.
Sanatçı, düşler ve gerçekler arasındaki köprüyü gören ve yaşatan kişidir.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder