Bozkurt uçsuz bucaksız bir düzlükte ilerliyordu. Bastığı taşların ardında hiçbir iz kalmıyor, ne arkasından gelen bir ayak sesi duyuluyor ne de ufukta ona eşlik edecek bir gölge görünüyordu. Göğün rengi kararsızdı; ne geceye tamamen teslim olmuştu ne de gündüzün netliğine kavuşmuştu. Bu geçiş hâli, Bozkurt’un içindeki sessiz yürüyüşüyle uyum içindeydi. Yalnızlık artık bir eksiklik değil, içsel şekilde gelen derinlikti. Ve bu derinlikten, duyulmamış bir ses yukarıya doğru çıkıyordu.
Bir an durdu. Sanki kendini değil, içinden doğan bir uğultu dinliyordu. İşte o anda, görünmeyen bir yerden, yumuşak ama derin bir ses geldi. Bu ses ona ait değildi; uzaklardan, bilinçle aydınlanmış bir ışıktan süzülüyordu. Soruyordu:
“İnsanlar neden birbirlerinin çizgilerine müdahale ederler?”
Bozkurt başını kaldırdı. Ufukta beliren bir varlık gördü. Bu, Gündüz’dü. Işıkla doluydu ama içi huzursuzdu. Gözleri parlıyordu, fakat anlamı taşıyamıyordu. Yüzeydeydi; her şeyi görüyordu ama hiçbir şeyin özüne inemiyordu. Bu yüzden soruyordu. Sesi durmaksızın büyüyor, yeni sorularla derinleşiyordu:
“Kuralları neden kendileri için esnetirler?
Taşları yerinden oynattıklarında yapının altında kalacaklarını neden fark etmezler?
Neden kendi iç gücünü büyütmek yerine başkalarının kıvılcımlarını kısmakla uğraşır insan?
Ve neden odakları bu kadar çabuk dağılır, başka yönlere kayar?”
Bozkurt bu soruları sessizce dinledi. Fakat cevap vermedi. Çünkü bu sorular, yeryüzünün aydınlığıyla değil, karanlığın içinde yankılanan bilgilerle yanıtlanabilirdi.
Ve o anda Gece belirdi. Sessizdi, ama taşıdığı tını derin ve ağırdı. Onun karanlığı korku değil, açıklığın ta kendisiydi. Sözleri aceleyle gelmedi; yavaşça süzüldü:
“İnsan, kendi çizgisine güvenmediğinde başkasının yönünü bozarak kendini görünmez kılmaya çalışır. Çünkü birinin yürüyüşü, diğerinin duruşunu görünür kılar. Kural içte eğilmişse, dışta asla sabit kalmaz. İnsan, kanunların getireceği adaleti önceden tasarlamaz; ona ihtiyaç duyduğunda, adaletin ve kanunların nasıl işlemesi gerektiğine bir anda karar verir. O zaman şekillendirir. Taş görünmez olabilir, ama taşıdığı yapı görünürdür. Yapının kilit taşını yerinden oynatan yalnızca yapıyı değil, kendi iç dengesini de çökerteceğini bilmez. İç dünyamızda bir kıvılcım yakmak zordur; zaman, sabır ve yüzleşme ister. Başkasının ışığını kısmaksa kolaydır. Küçük bir söz, bir göz sapması, bakışların değişmesi yeterlidir. İnsan genellikle kolay olanı seçer. Odak, ancak iç niyetle korunur. Dış sesler çoğaldıkça, duyarlı yanımız silinir. Ve insan, kendini unutur.”
Gece’nin sözleri Bozkurt’un içinden bir süzgeç gibi geçti. Artık yalnızlık bir yalıtılmışlık değil, bir iç derinlikti. Gündüz sorularını taşımaya devam ediyordu, Gece ise cevaplarını sessizce bırakıyordu ardına. Ve Bozkurt, bu iki varlık arasında yürüyordu. Ne tam Gündüz’e aitti ne de tamamen Gece’ye. Sırasıyla ikisini de geçiyordu.
Çizgi aynıydı belki, ama taşıdığı öz bambaşka bir kıvama bürünmüştü. Çünkü bazen insanın içindeki ses susar, ama dış dünyanın sesi onu yeniden harekete geçirir. Ve işte o anda yalnızlık, bir direnç olmaktan çıkıp bir süzülüşe, bir biçimlenmeye dönüşür.
Gündüz sustu. Gece de. Çünkü artık ikisi de anlamıştı: Gerçek, ne sorularda gizliydi ne de cevaplarda saklıydı. Asıl olan, sessizlik içinde yanan ve dışarıdan görünmese de varlığını sürdüren ateşti. Ve o ateşi taşıyan, onu söndürmeden, savurmadan, içinde koruyan biriydi: Bozkurt.
Konuşmadan yürümeye devam etti. Her adımında içindeki kıvılcım biraz daha büyüyor, biraz daha derinleşiyordu. Bu alev ne başkalarını yakmak için vardı ne de yolu aydınlatmak için. Sadece onunla birlikte yanıyor, onunla birlikte olgunlaşıyordu.
Gündüz ve Gece artık onunla birlikte yürüyorlardı. Fakat ne biri o alevin sahibi ne de diğeri onun yükünü taşıyacaktı. Onlar sadece görüyordu; sessiz, uyanık ve saygılıydılar. Çünkü bazı şeyler vardır ki yalnızca insanın içinde tutuşur. Ve işte o ateşin alevi, yalnızca Bozkurt’un yüreğinde parlamaya devam ediyordu.
Bozkurt yürümeye devam etti. Ne bir yere varmak için, ne bir şeyden kaçmak için. Sadece içindeki tınıyı duymak ve onu yaşama sunmak için.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder