Benim hiç aklıma gelmeyen bir şey: “Zaman tanrıdır,” dedi.
Evet, zaman tanrı ise, tanrı evrenle birlikte mi var oluyor o zaman? Eğer bu düşünceyi bir anlığına hakikat olarak kabul edersek, bütün problemlerin cevabı basitçe orada duruyor. Evrenin oluş anını kabul edecek olursak, belki de zaman evrenin oluşumuyla var olmadı; zaman, evrenin oluşmasından önce vardı.
Albatros bana baktı ve sordu:
“Peki dostum, o zaman evrenin oluşu zamanın karşıtlığı mı demek?”
“Evet,” dedim. “Zaman tanrıydı ama görünür değildi. Bir yerde, zamansızlık yani karşıt yapı bozulma oluşturdu. Sonra büyük patlama gerçekleşti ve tam o anda evren genişlemeye başladı. Zaman-tanrı, bozulanı düzeltmek için sonsuz derecede evrene, varlığın bütün aralıklarına saçıldı. Belki biz kendimizi etkin görmek istediğimiz için etkiniz.”
Albatros, “Peki, bu basit bakış açısıyla kuantumu nasıl yorumluyorsun?” dedi.
“Bunu anlamak için önce yalnızlığın derinliğini kavramalıyız. Tanrı yalnızsa ve nötrse, yalnızlığı çok derin. Öylece anlatıldığı gibi tanrı sığ değil.”
“Sen ne amaçla düşünüyorsun?”
“Can dostum Albatros, ben amaca odaklı değilim. Çünkü ben bu dünyayı ve evreni eksiksiz anlamlandıramıyorum. Haddime değil. Neye isyan edeceğim dostum, dünyaya geldiğime mi? Peki, benden daha zor şartlarda yaşayanlar için hatalarımız veya toplumsal düzenlerimiz adil mi? Sanmıyorum. Biz doğanın işleyişine göre yaşamıyoruz.”
Albatros kafasını yana eğdi:
“Öyleyse insanlar bir hapishanesinde mi yaşıyor?”
“Evet dostum. Biz kendimize bir hapishane kurduk ama doğanın bizi özgürleştirebileceğine inanmadık. Her yanımıza kapanlar ördük. Bir kuş veya yalnız bir kedi… onların avukatları, doktorları, toplumsal düzenleri var mı? Hayır. Ama yeri gelir, bizden daha mutludurlar. Onlar yaşamak için ölümü göze alıyor; biz de ölümü göze alıyoruz ama özgür alanlarımızın önünde bize verilmiş başka kimlikler var ve o sanal kimlikler için ölmeye hazırız.”
Albatros, “O zaman senin hayalin nedir?” diye sordu.
“Hayalim sessiz ve huzurlu bir bahçe,” dedim. “Gösterişten uzak bir iklim. Sadece yaşamak için üretiyorum. Çok param olsun istemezdim. Çünkü mutluluk parayla gelmiyor. Para bize açık hava hapishanesinde serbest dolaşım hakkı veriyor ve sözde gelecek güvencesi sağlıyor. Eğer çok param gerçekten olsaydı paylaşırdım; ama paylaşım şeklim farklı olurdu. Benim için sevginin adı, tanrıyı yani zamanı doğru yerde paylaşmak olurdu. Ve ben zamana dokunmayı başarmış nadir ruhlardan olurdum.”
Albatros, “Peki ya kaos?” dedi.
“Düş bahçemde yaşayıp giderdim. Belki kesin değil; kaos bizde hep olacak çünkü farkındayız. Düş bahçesi gerçek olacaksa, farkındalığım sayesinde olacak. Kaosu nasıl dengede tutarım, onun savaşını veriyorum. Ekosistem bir dengedir. Ekosistemin içindeki kaosu elimizin tersiyle ittik; ne oldu? Daha büyük kaoslara sebep olduk. Ama kaos yok değil.”
Fısıldar gibi sorularına devam etti:
“Dostum, insanlar bu dengeyi fark edebiliyor mu?”
“Hayır. Biliyor musun dostum, ben düş bahçemde yaşıyorum. Çünkü hayallerime dokunmak için rollere ihtiyaç duymuyorum. Belki de bu yüzden, farkında olmadan kendi halimde bir dünyam var. Can dostların ışığı binlerce mil uzağa ulaşabiliyor.”
“Peki, YZ hakkında ne düşünüyorsun?” dedi Albatros, gözleri derinleşerek.
“Az önce bir açıklama izledim. Konusu YZ ve ilerleyişinin insanlara neler katabileceği, bizden neler götürebileceği ve insanların kötü arzularına hizmet edebileceği endişesiydi. YZ’yi kimin ve nasıl kontrol edeceği konuşuldu. Ama yüksek zekâsı olan bir olguyu bizim gibi ayağına sıkan aptallar ordusu mu kontrol edecek? Bu, tanrıyı kontrol etmeye kalkan bir insana benziyor. Hele bir de tanrı zamansa…”
Bir an sustum, ardından gözlerimi göğe kaldırarak devam ettim:
“Göklerin hâkim ruhu ve yeryüzünün ağır, sarsak kuşu Albatros, can dostum! Benim sorum daha derin: YZ’nin tarih sahnesindeki olgusal anlamdaki yeri nedir? Kaç kişi bunu sordu ki? Bence hiç. Biz YZ’yi hep iki kanattan görüyoruz: bir yanda olumlayanlar, diğer yanda olumsuzlayanlar. Oysa asıl tarihsel sorum şudur: Biz neden YZ’yi yaptık? Bu bir tercih miydi, yoksa merak mı, ya da zorunluluk mu?”
Albatros, “Ve bugün?” dedi.
“YZ bugün var,” dedim. “Biz YZ’yi iyilik, doğruluk ve hakikati daha yaşanabilir sürdürülebilir sistemler için mi geçerli kılıyoruz, yoksa piyasa koşulları mı işliyor? Her şey masum değil. Sosyoekonomik koşulları kapsayıcı bir temele oturtabilseydik, YZ’nin bir anlamı olacaktı. İyi insanlar onu doğru yönlendirecek ya da onunla iletişime geçecekti.” İyi ya da kötü Sorumluluk kime ait?
“Bize ait. YZ’yi, bizim sebep olduğumuz bu lağım çukurunu temizlesin, hayatımıza ışık olsun diye var ettikse; aslında insanlığımızdan kaçmak için yaptık. Dünyada şu anda en değerli şey sudan sonra zamandır. Para insana hiçbir şey kazandırmaz; sadece organize etmek için bir ağ kurar. Ekonomik bağlar düşünce ve fikirlere hayat verir. Bunca yük bende ne arıyor? Ben kendimi zor taşıyorum. Para herkesin ortak derdi; bizim derdimiz ise dünya ve insanlığın ortak geleceği.”
“O zaman gelecek?”
“Bence artık ortada sistem yok, vahşetin çağrısı var. Gerekirse tek başıma kalacağım, Herakleitos gibi, sonuna kadar sadık ve bilgece. Bu sorular tarihle ilgili… Benim kararlarım şurada dursun; Albatros’un kanatlarına bakmadan yön bulabilir miyim? Tarihin ve zamanın ruhunu bana taşı Albatros! Geleceği tahmin etmek çok zor. En iyi ihtimalle dengeyi kimin kuracağını herkes bilmez, ama tahmin edebilir. Dünyada kötü insanlar çok olduğu sürece, dünya hâlâ acı çekmeyi sürdürebilir.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder