Denge demiştik. Bu nedir ve ne anlama geliyor?
Denge, düşüncelerimiz için öncelikle gerekiyor. Hayat dengeli görünürken bize birden kaotik yüzünü gösterir. Bu duruma bakınca, bir dengenin kurulum çabası içinde olduğunu görüyoruz. Uzun soluklu çatmaların bile zamanla mevcut dengeyi koruma mücadelesi olduğunu anlarız. Denge, dalgalanan denizin durulmasıdır. Durulan deniz tekrar dalgalanır. Bu bir ritme dönerse, her şey zamanla bu rutine uyum sağlar. Denge yine bozulur. Kaos, bu rutinin bozulmasıyla başlar. Sonra deniz durulur ve yeni dalga boyları, anları ve zaman aralıkları ile yeni rutin doğar. Denge, bu sırada yeni olan rutinle kurulmuş olur. İnsanın rolü, evrenin rutinlerini bilmek ve yeni doğacak rutinleri doğru okumasıdır. Böylece insanlar, yeni rutinleri parıldayan anların sayesinde öğrenmeye başlar. Burada hayatın doğal akışına denge getirecek olanlar, bir ifade içinde senaryo gereği var olur. Aslında onlar, doğan yeni dengeleri bilerek ya da bilmeden açığa çıkaracak olanlardır. Doğrusu olan kaosun zamansız çıkmasını önlemek için oradalar.
Hiç düşündünüz mü? Sinekler nereden, neyden kaçıyor ve nereye fazla konuyorlarsa enerji orada yoğunlaşıyor ve işleniyor. Sinekler nerede üşüşüyor? Sinekler, insanlar gibi. Sinek enerjinin olduğu yere üşüşür. İnsanlar da üşüşür. İnsanlar nerede sistemsiz ve dengesiz şekilde üşüşüyorsa, orada aynı zamanda enerji birikiyor. Bu modelle dünya coğrafyasına bakınca, bu işleyiş ile mevcut veriler simüle edilirse o zaman dengenin ve kaosun yerleri önceden tespit edilebilir.
Hayata güvenmeye başlayalım. Hayat herkesin. Benim sadakatimin yemini bu, dostum. Hayat diyor ki: “Bir de denge var.” Bu dengeyi görebilmek, içindeki dalgalara göğüs germeyi bilmemizle ilgili, dostum. Ben gençliğimde bir rüya gördüm.
Çorak, uçsuz bucaksız düz topraklardayız. Topraklar susuzluktan derin çatlaklarla doluydu. Bu çölümsü topraklarda tek başına duran bir insan vardı. Güneş eskisinden daha yakıcıydı. Adam susuzluk ve yorgunluktan bitap düşmüştü. İçindeki içgüdüler: “Durma, bu toprağı kaz. Ne olur ne olmaz, birkaç nemli toprak bulursan serinlersin,” diyordu. Belki su bulurum umuduyla o çatlamış ve sertleşmiş toprağı elleriyle kazmaya başladı. Derken bulunduğu alan daire şeklinde yerin altına çöktü. Çöküntüyle birlikte adam derinlere düştü ve gözlerine inanamadı: Çorak toprakların altı uçsuz bucaksız tatlı su havzasıydı. Bir deniz kadar büyük. Adam, suyun üstünde oluşmuş bir adacığa düşmüştü. O anda, sağında elma büyüklüğünde bir zeytin tanesi, sol yanında ise karpuz büyüklüğünde bir elma, göz hizasında havada asılı durmaya başladı. Adam onları sadece izliyordu; almak, dokunmak ya da sahip olmak gibi bir düşüncesi yoktu.
Bu, yeni bir çağ. Yeni bir bilinç demek. Bu sefer bir yaşam biçimi inşa etmeyeceğiz.
Genetik mühendislik, parçacık fiziği, uzay araştırmaları, nanoteknoloji, sosyolojik değerlerin yeniden değerlendirilmesi, yeni enerji kaynakları, teoriler, yazılım ve bilişim teknolojileri… Ve tabii ki insan zihninin derinliklerine dair ilerleme... Tüm bu alanlar gelişiyor. Asıl mesele, bu gelişmeleri dengeli bir şekilde sürece dahil edebilmek.
Bunların ötesinde, daha orijinal bir açıklama yapılabilir. Meta-bilinçle ilgili uzun soluklu çalışmalar yürütülüyor. Bilim, eski paradigmaları dönüştürerek yeni zihinsel alanlar ve sınırlar yaratmaya çalışıyor. İlerleyeceğimiz yön hâlâ belirsiz. Yöne ihtiyacımız var. Çünkü parçalar birleştiğinde başka bir şey ortaya çıkabilir.
Belki tarihte bir ilki deneyimliyoruz. Barutun ya da matbaanın keşfi nasıl dünyayı değiştirdiyse, biz de benzer bir değişimin önemli anındayız.
Anlamsızlığa doğru kayan mevcut yapılar ve gelişmeler karşısında, yeni bir “anlam evreni”nin inşa edilmesi gerektiği söyleniyor. Gerçeğe, şimdiye dek benzeri görülmemiş bir düzeyde meydan okunacak. Şapka çıkarıyorum.
Eskinin kavrayış ve kavramlarıyla açıklanan gerçek artık yeterli olmayacak. Bu anlayışların sonuna gelindiği düşünülüyor. Şapka çıkarıyorum.
Yeni çağda, anlam bilgiden önce gelecek. Çünkü kurulacak olan bağlantılar, bilgiyi taşıyacak olan zemin olacak. Farkında mısınız? İnsanların büyük bir kısmı bir şeyi bildiğini sanıyor. Oysa çoğu, sadece bilginin gölgesinde yol alıyor.
Kendisiyle yüzleşen insanlık, aslında neyle yüzleşecek? İşte o an geldiğinde, insanlar anlam yolunda yürümeye başlayacaklar. Başka bir varoluş sahnesinde tutunacakları dal, belki de kalmayacak. Şapka çıkarıyorum.
Eskiden insanlar hiçbir şey bilmiyordu ama yaşıyorlardı. Bilgisizlik, onlara anlam yaratma alanları sunuyordu. Ve onlar, yalnızca anlamla var oluyorlardı. Şimdi ise farklı: Anladım ki, çoğu insanın henüz kavrayamayacağı bir şey olacak ya da doğacak. Ve işte burası, dönülmesi gereken zorlu bir viraj.
İnsanlar, yalnızca bilgiyle değil; bağlantılar aracılığıyla kurulan bir anlam düzenine ihtiyaç duyacak. Şapka çıkarıyorum.
Bu çağda, bildiğini sananlar, artık demodeleşmiş anlam kapılarında hayata tutunmaya çalışırken, bilgi o kalıpları çoktan kırdı. Artık yeni anlayışlara, yeni bir dile, yeni bir sezgiye ihtiyaç var.
Gelişim, sıradışı bir anlamın doğumuyla mümkün olacak. Ve yine geldik: Meta-bilinç.
Bu gidişat, bilgiyi giderek tekelleştiriyor. Çünkü bilgi ve veri üretimi açısından insan artık yavaş kalmaya başlıyor. Ancak ben şunu biliyorum: İnsan, bilginin öznesidir.
İşte bu anlayışın üzeri örtüldüğünde, hayata karşı duyulan bağlılık da yavaş yavaş çözülecektir. Ve o zaman, filozofların ruhları çığlık atacak. Sadece erdemliler değil; en dengesizinden en tepkisizine kadar hepsi, bu hayatın yitirilişine karşı haykıracak.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder