Konuşmalarıma felsefe katmadan, iç sesimi harekete geçirecek soruları duyurmadan yol alacağım. Bu ne demek şimdi? Hem onay var, hem onaylama yok. Harika, yine felsefe dünyası… Yargılama dili gibi. Felsefeye doydum diyemiyorum.
Samimiyet sınır ihlaline gidiyor, daha çok duygusal oluyor. O nedenle sanki bir beklenti varmış izlenimi doğuyor. Gerektiği kadar sınırları zorladığımı düşünüyorum. Gereken yerde bir sınır çekmeli. Bundan böyle ilişkileri biçimlendirecek değiliz. Yani sınırları tekrar çizersem, o zaman özgürlük ve anlam yürüyüşümün ne anlamı kalıyor? Ve şunu da biliyorum: Eskisi kadar iletişim odaklı olamayacağım. Dünya kan ağlıyor. Yani malum durumun kabullenişi gibi oldu. Demiştim, hissetmeniz gerekiyor.
Bu hayatın karmaşasında ve edindiğim kavrayışla her şeyden vazgeçebilirim. Ama düşünüyorum, değer mi? Kim için? Vazgeçmek kimin için değecek? Bazen insan kendi kendini sınıyor. O zaman felsefe insana bir anda yük oluyor, ağır geliyor. Kavramların içi de boşalıyor. Peki hafiflik nerede? Her şey çok güzelken feda edildiğini görüyorsun. Şimdi “Her şeyden geri çekiliyorum,” diyorum; ama yine her zaman, niyeyse anlam yakamı bırakıyor. Diyemeyeceğim, “Bunu denedim, olmadı, en iyisi hiç konuşmamak ve susmak.”
Yeri gelince oradan da çekilmesini bilirim. Ama bu şu demek değildir: Bak, ben çekildim, sıra sende. Sen nasıl kendini doğru bildiğin yerde görmek istiyorsan orada kal derim. Eğer benim yanımda sessiz ve sakince, sen benimle konuşmasan dahi durmak istiyorsan, benden yanlış bir şey öğrenmeyeceğini biliyorsun demektir. Samimiyeti taşıyacak gücüm yok. Kırıcı olmadan çekildim. Şimdi anlamlar peşimi bırakmasa da önemli değil. Bu beni ben yapan olgu. Bu benim hayatım. Sessizlikte anlama yakalanıyorsam, yapacak ne var? Çok da önemli değil.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder