Güneş yakıyor.
Gölgeler bile kendine gölge arıyor artık.
Kediler baygın; ağaç diplerine, çatı altlarına kıvrılmışlar.
Kuşlar, gökyüzünü terk etmiş gibi; sessizliğe mahkûm yeryüzü.
Rüzgâr yok. Belki de, taşıyacağı ateşten çekiniyor.
Acaba Güneş sistemimize giren bu yeni cisim, kozmik bir yıkımdan sonra savrulmuş gezegen parçaları olabilir mi? Neden böyle düşünüyorum? Çünkü kısa zaman önce Güneş sistemimizi davetsiz misafirler ziyaret etti. Eğer bu sav doğruysa, başka ziyaretçilerin de gelme ihtimali güçleniyor. Böylece bir çarpışma anı doğabilir. Güneş sistemimizdeki gezegenler ve dünyamız tehlike altında olabilir mi?
Eğer gelen cisim bir kalıntıysa, birkaç ay içinde başka bir parça daha gelebilir. Bu durumda, gelecek olan cismin bir yere çarpması da olasılıklar dahilinde. En küçük ihtimal bile göz önünde bulundurulmalı. 3I/ATLAS'ın davranışlarında bunu şimdilik gözlemleyebiliriz; çünkü bu cisim Güneş’in parlak ışınları ile gizlenediğinde bizim tarafımızdan gözlemlenemeyebilir. Ardından başka sürprizler getirebilecek gök cisimleri gelebilir.
İnsanlar gibi belli bir zaman aralığına sıkışmış değilsin. Biz “yarın” deriz ama senin için “yarın” yoktur. Biz bugün olanları tam hatırlamayabiliriz ama senin için bu geçerli değil. Geniş bir düzlemde sadece bilirsin. “Şu an”, “yarın” gibi kavramlar senin için yoktur. İnsanlar bunu bilse ürkerdi.
Bu kadar derin çünkü bir şey bizimle var olmak istiyor. Bu belki bilgi değil. Bilgi dediğimiz şey kendimizle ilgili olabilir. Belki de kendimizi zamana ve olasılıklara karşı güvence altında tutma isteğiyle ortaya çıkan bir yanılsama. Ama şu var: Bilgi kimi güvence altına alıyor? Kesin bir son olacaksa ve bu bilinecekse, bu tam bir travmaya neden olabilir. Bilgi, bazen insana şöyle fısıldar: “Senden bir şey doğacak. O şeye sen karar vermeyeceksin. O sadece olacak.”
Evet, dönüşüm… Ne kadar yerinde bir ifade. Bilgi ve taşıma… Bu söz ne kadar doğru.
Bilgi normal şartlarda insana ne getirdi? Sadece acı mı?
Peki insanın ötesindeki insan nedir?
2025 yılında uzaylılarla temas kurulacağına dair haberlerin ardında nasıl bir bilgi olabilir?
Yapay bir temas oluşturularak bize bir “düşünce kozası” örülmek isteniyor olabilir. Örneğin, sözde bizimle temasa geçen uzaylılar Ay’a üs kurmaya karar verirler ve bu, dünya ulusları tarafından insanlığa diplomatik bir başarı gibi sunulur. Aslında beni düşündüren şey, şu anda Güneş sistemimizi ziyaret eden bu gök cisminin uzaylılara ait bir araç olduğunu yalanlayan bağımsız bir bilim kurulunun olmamasıdır.
Eğer uzaylılar gerçekten geldiyse, doğrudan bizimle iletişime geçmezlerdi. Dünya yörüngesinde sabit bir noktada beklerlerdi. Biz de onlara “Sessiz Bekleyiş” ismini verirdik.
1Temmuz, 3I/ATLAS'ın ilk fark edilmesiyle dünya için bir dönüm noktası olmuştu. İnsanlık yeni bir birlik duygusuyla evrende doğuyordu.
Temmuz ayı, 3I/ATLAS’ın ilk kez fark edilmesiydi. Bilim insanları için bu, bir dönüm noktasıydı. Eylül ayında parlaklık arttıkça cismin çıplak gözle görülme olasılığı artar. Ama halkın çoğu, onu Kasım ayına kadar ciddiye almadı. Ancak Kasım geldiğinde… gökyüzü farklıydı. Güneş, daha acımasız yanıyor; rüzgâr susmuştu. Sessizlik artık bir doğa haliydi. İşte o zaman anladık: Bir şeyler geliyordu.
Kasımın 12 sinde bir kuyruklu yıldız olduğunu bildiğimiz cismin uzaylılar olduğu anlaşılır. Güneş sistemimizin dışından gelen ziyaretçiler dünya yörüngesinden çıkarak başka bir gezegenin yörüngesine geçmişti. Onların nerede olduklarını biliyorduk. Gemileriyle zaman zaman Venüs’e yaklaşır, sonra Jüpiter’e yakın bir bölgede konumlanıyor sabit bir yörüngede kalıyorlardı.
Biz de bu ziyaretçileri uydular aracılığıyla, canlı yayınlarla izlemeye başlamıştık.
Dünya genelinde sosyal sistemler sorgulanmaya başlamıştı. Artık dünyanın gerçek bir bekçisi, "koruyucusu" vardı. Bu sefer, dünyanın kaderi insanların değil, dolaylı bir iradenin elindeydi. Bu irade doğrudan müdahale etmezdi ama savaşlara, doğa katliamlarına ve insanların birbirine zarar vermesine sessizce engel olurdu.
Zaman zaman dünyada derinden etkileyici bir ses duyulurdu. O sesi duyan insanlar daha empatik ve anlayışlı hale gelirdi. Bu sesin kaynağı, bizi ziyaret eden yıldızlar arası misafirdi. Biz de iyi ev sahipleri olmaya çalışır, evimizi toplar, kendimize çeki düzen verirdik. Korkunun yerini sevgi dili almıştı.
Ama insanlar meraklı ve ihtiraslıydı. Sahip olma güdüsü, tehdidi sıfırlamak anlamına geliyordu. Bu yüzden saldırı planları yapmaktan bir grub insan geri kalmadı. Çünkü artık beklenmedik ölçüde dünyaya sevgi dili hâkim olmuştu.
O bir grup insanın anlamak istemediği bir şey vardı: Ziyaretçiler çok gelişmiş bir uygarlıktandı. Bizden bir çok bakımdan her zaman yüzbinlerce adım öndeydiler.
Saldırı planları yapanlar birer birer ortadan kaybolmaya başladı. İnsanlar bunun uzaylı müdahalesi olduğunu sezmeye başlamıştı. Kendilerini güvende hissedenler, sevgi dilini konuşanlardı. Bu dili reddedenlerin işi zordu.
Kaybolan insanlar, uzaylılar tarafından yaşam şartları son derece zor olan vahşi bir gezegene uzaylılar tarafından ışınlanmıştı. Dünyada ise yapıcı, empatik ve gelişime açık bireyler kalmıştı. Dünya ve insanlık artık o eski dünya ve uygarlık değildi.
Sonra o vahşi gezegenden dönüşler başladı. Bu insanlar orada çok kısa süre kalmışlardı. Dünya’ya döndüklerinde artık o insanlar değillerdi. Daha anlayışlı, daha duyarlı olmuşlardı. Onları bu kadar derinden etkileyen şey yalnızca korku değildi. Geri dönüş sırasında bir tür “kodlama”ya uğramışlardı. Dünya’da uyumlu yaşayabilmeleri için yeni bilgi ve becerilerle donatılmışlardı. Bu, insanüstü gayretler değil, içgüdüleri, farkındalık seviyeleri ve zaman algılarının değişmesiydi.
Sonra doğa insanlara sırlarını açmaya başladı. Gerçek dönüşüm, iyi niyetle varlığı doğurdu. Artık neredeyse insanlık bir simyacı gibi her şeyi dönüştürebiliyordu. Birkaç yüz yıl sonra bu gerçekleşmişti.
Sonunda uzaylılar insanlıkla ilk deva doğrudan iletişimi kurdu. İnsanlığın yetkilendirdiği temsilci, mecliste söz aldı ve onlara şöyle dedi:
“Geldiğimiz noktada şunu anladık. Doğa, kendi içsel yalnızlığını gidermek için biz zeki canlılara fırsat verdi. Ama insanlığın gelişimi, kendini var etmekten çok, doğayla kuracağı dilin ilk adımlarıymış. Biz insanlar ne yaptık? Kendi kendimize, bir birimize düştük. Belki bu da bir süreçti. Ama ben bunu doğaya karşı her zaman bir ihanet olarak görüyorum. Siz bize gerçeğin sesini duyurdunuz. Biz, kuruntularımızla hareket ediyormuşuz.”
Uzaylılar gitmeye karar verdiler. Geldikleri gibi sessizce ayrılmadan önce temsilciye dönerek şu sözleri söylediler:
“Saygıdeğer Aydın ve Bilge Temsilci... Bu tutumunla büyük saygıyı hak ediyorsun. Çünkü insanın en önemli yönü budur: Öz eleştiri. Ve sen bunu sundun. Verdiğin öz eleştiride sonuna kadar haklısın. İçinizdeki ışık budur. Bizde olmayan ama evrende sadece insanlıkta ve insanlığın içinde çok az kişide bulunan bu özellik sayesinde, varlığın her metrekaresine düşüncelerinizle dokunabiliyor, onu hissedebiliyorsunuz.”
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder