Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

YARATICI COŞKUNLUK

Hayatta kalabilme becerileri küçümsenecek bir şey değil. Ve zeka konusunda doğaya bakınca ne görüyorum: örgütlü zeka. Biliyorsun, insanların zeki olanları köle ahlakını keşfetmiş. Ben en fazla kendimi anlatmaya çalışabilirim. Sanat, yaratım ve ben; doğaya bakınca dahi sanatçının ruhunu görüyorum. Evet, coşku önemli bir taşkınlık hâli. Yaratıcı enerjinin saçılımı. Doğa, sanatçı ve yaratıcı unsurların alanıysa, insanın öznel bakış açısı bu doğanın yaratıcı eserlerini seyretmek oluyor. Biz yaratıcı enerjinin içinde kalabilseydik, yani bir seyirci ya da tercüman olarak, doğanın gizli bahçeleri gözümüzün önüne serilecekti. Biz ne yaptık? Basit, doğayı taklit ettik ve kutsal ağaçtan yasak elmalı bilgiyi aldık. Şimdiyse her şeyi bildiğimizi sanarak lanetlendik. Dikkat edersen, doğada bir otorite yok. Bu yasak elma hikâyesiyle otoriteyi yarattık. Bu, binlerce, on binlerce yıldır süren doğa ile kurduğumuz temas hâlidir. Biz doğa ile iletişim kurmaya başladığımızda, onun dilinin sanat olduğunu...

GÜVEN, SEVGİ ve ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE

Bir şeyin varlığı insana güven verebilir; fakat bu güven, karşılıklı olmadıkça tek taraflıdır. Karşılıklı güvenin yerini çıkar ilişkileri aldığında, güvenin özü boşalır, bir yanı eksik kalır. Tarih boyunca egemenlerin en belirgin tavırlarından biri tecrit etmek ve dışlamaktır. Mutlak iktidar iddiasındaki her yönetim, kendi sözlerini eğip bükme hakkını kendinde görür. Yalanlarını yaşatabilmek için önce iktidarı mutlaklaştırır; ardından, tecrit ve dışlama üzerinden o yalanları besler. Çünkü yalanların barınabileceği tek zemin, tek sesli ve tek boyutlu bir iktidar alanıdır. Oysa özgürlük, insanın en doğal arayışıdır. Görünmez kelepçelerin zihne ve ruha vurulmasına izin vermemek gerekir. İnsan, en azından kendi zihnine hükmetmeli, ruhunun yolunu kendisi belirlemelidir. Bu yolculukta gerçek sevgi, pusula işlevi görür. Çünkü sevgi, başka dünyalara açılan kapılardan içeriye adım atmaktır. Sevgi, keşfederek öğrenmek ve riyasız yaşamaktır. Ne var ki hayatın içindeki dolambaçlı laflar, ruhumu...

SORULAR ve KEŞİF

Sorularını kendine sormaya başladığında, cevaplar yüreğini kucaklar ve korkuların kanatlanır. İçinde biriken kaygılar ve belirsizlikler artık seni esir edemez. Keşif ışığıyla aydınlanırsın; sorularınla biraz daha özgürleşir, cevaplarınla biraz daha güçlenirsin. İçsel dünyandaki örüntüler arasında yaratıcı bağlar oluşur ve evrenle somut bir etkileşime geçersin. Can Ezgin Telif Hakkı Saklıdır  

ANLAYIŞLARIMIZIN SINIRINDAYIZ.

Benim hiç aklıma gelmeyen bir şey: “Zaman tanrıdır,” dedi. Evet, zaman tanrı ise, tanrı evrenle birlikte mi var oluyor o zaman? Eğer bu düşünceyi bir anlığına hakikat olarak kabul edersek, bütün problemlerin cevabı basitçe orada duruyor. Evrenin oluş anını kabul edecek olursak, belki de zaman evrenin oluşumuyla var olmadı; zaman, evrenin oluşmasından önce vardı. Albatros bana baktı ve sordu: “Peki dostum, o zaman evrenin oluşu zamanın karşıtlığı mı demek?” “Evet,” dedim. “Zaman tanrıydı ama görünür değildi. Bir yerde, zamansızlık yani karşıt yapı bozulma oluşturdu. Sonra büyük patlama gerçekleşti ve tam o anda evren genişlemeye başladı. Zaman-tanrı, bozulanı düzeltmek için sonsuz derecede evrene, varlığın bütün aralıklarına saçıldı. Belki biz kendimizi etkin görmek istediğimiz için etkiniz.” Albatros, “Peki, bu basit bakış açısıyla kuantumu nasıl yorumluyorsun?” dedi. “Bunu anlamak için önce yalnızlığın derinliğini kavramalıyız. Tanrı yalnızsa ve nötrse, yalnızlığı çok derin. Öyl...

DOĞANIN İÇİNDEN MÜKEMMEL SANAT

Bu sanat hikayesini kaleme alan yazıyı anlamak istedim. Ve anladım. Sanatta keskin bir rekabet var; ama insan kendisini bulabiliyorsa, kavramların dışına çıkıyor. Sanatçı, olabildiğince kendini ifade ederken sistemin açmaz yanlarına düşüyor? Onay, beğeni arayış beklentisi oluşuyor. O zaman yazdıklarıyla çelişiyor gibi görünüyor. Dostum, ne demiştim: İnsan kendisi olamıyor ama kendini bulabiliyor. Almanya’dan Amerika’ya taşınan bir sanatçı, kendi yolunu bulmuş olabilir; sosyal ve ekonomik sistemlerin içindeki kaygılar insanı sürekli bir sınıra götürüp getiriyor. İşte o sınır, kendini bulabilme alanı. Sanatçıların ve birçok insanın deneyimlemesi gereken yer burası. Önemli olan, kusurlu katmanların arasında, çerçeveyi bozmadan mükemmel hissi bir yerde gizleyebilmek. İnsan bu duyguyu yaşadığı anda, kendini bulmuş olur. Bazen bunu doğada gözlemliyorum. Doğa ilk bakışta mükemmellik vermez; ama dikkatlice bakınca örüntüyü görmeye başlarsınız ve kendinizi bulursunuz. Çünkü doğanın en mükemmel ...

DÜŞLERİN SPEKTRUMU

Bu şarkım senin için, kanatlarına dolan rüzgâr olsun. Kendini arayan yitik ruhlarla karşılaştım; onların sessiz çığlıklarına kulak verdim. Acıları, hüzünleri, kayıpları benimle kaldı. Onlara sevginin dilini fısıldadım; şarkılarla, şiirlerle, ruhumuzun ezgisini hayata taşıdım. Kitaplarımda, yazılarımda yaşayan binlerce insan var, sevgili dostum. Kimse tam anlamıyla kendi olamıyor; sadece kendini buluyor. Ruhum bir kuşun tüyleri gibi ışığın içinde dans ediyor, rüzgârlarla konuşuyor, sevgiyle süzülüyor. Kendimi akışa bırakıyor, özgürce uçuyorum. Ruhum böyle, dostum; hayatın imzasını taşıyor. Zamanın ve saatin sabitliği yok; her şey mevsimlerin, anların ve yaşına göre şekilleniyor. Bu kalp bir gün duracak, bu yürek bir gün susacak. Geride yalnızca başka kuşların kanatları ve ışık dansları kalacak. Hayatın imzasını taşıyan bir kuş, yere çakılacağı ana kadar gökyüzünün enginliğinde süzülür. Bir saniye içinde bir dünya, bir evren gizlidir; bu görüş kuşun bilgeliğiyle alakalıdır.    Z...

DÜŞ BAHÇESİ ve ÇİTLERİ

Düşlerin içinde yaşadığını bilen bir insanın ruh hâli nasıl olurdu? Düşleriyle gerçeğe dokunan, hatta gerçekleri yarattığı an bunu kavrayan kişi, neye dönüşmüş olurdu? Antik Helen uygarlığında bile böylesine bir varlığa tanrı payesi verilmiş midir? Belki de bir şeyin gerçek olması için yalnızca düş kurmak gerekmez. Gerçek ile düşler arasında kurulan bir köprü, ortaya çıkan hakikati her insana farklı gösterir. Başkaları için gerçek olan şey, belki de yalnızca bir düş dünyasıdır. İnsanlar bu düş-gerçekliğin içinde yaşarken, kendi duygularının ve düşüncelerinin etkilerini çoğu kez fark edemezler. Mitolojiler de bu fark edilemeyenleri abartılı hikâyeler yoluyla hatırlatır. Bazen insan sadece “haber alır”. İlk bakışta bu abartılı görünebilir. Oysa insanlar birbirleriyle ilişki kurarken farkında olmadan sürekli bir savunma içindedirler. Bu savunma, duygusal fırtınalarla örülür. Çoğu zaman, insanın kendince korumaya çalıştığı şey aslında içindeki eski, çocukluk hâlidir. Sosyal ilişkiler, m...

DAHİLİ KUZGUN

Kuşlar yüreğine güvenir. Kuzgun zamanı taşır; kanatlarında geçmişin izleri, geleceğin bekleyişi vardır. Üzülüyorum, dostum. Beni tanımayanlar, içimdeki kuzguna taş atıyor. Farkında değiller. Onu uyandıracaklar diye çekiniyorum; kuzgun, keskin bakışları ve muazzam enerjisiyle zamanı yarıyor, büküyor, dönüştürüyor. Görmezden gelenler… Toylukları sebebiyle kendilerini maddi ve nüfusça güçlü sanan tanıdıklarım… İçimdeki kuzgunu sezdikleri için ruhumu sindirmeye çalışıyorlar. Bilmiyorlar; Albatros bile bilmiyor. Görüş alanımı daraltsalar da, bakışlarımı onlardan kaçırmam mümkün değil. Kuzgunun gözleri her şeyi görüyor, zamanın akışını fark ediyor. Bu durum beni endişelendiriyor. İçimdeki kuzgun, hep koruduğu, kanat germiş olduğu halde tanıdıklarım onu artık yanlarına almıyor. Onlar egolarına her şeyi kurban ettiler, kalplerini kuruttular. Kuzgun bu adamsendecilikler sebebiyle yanlarında uçmak değil gökyüzünde kaybolmak istiyor; zarar vermemek için duymamak istiyor. Onların yazgılarını, niy...

ÖLÜMÜN KANATLARI ve DÜŞ BAHÇESİ

İnsanlar bilmiyor, birbirlerine haksızca dokunuyorlar. Kabullenemeyişin, oyalamanın ve saplantıların ağırlığı var üstlerinde. Oysa midem bulanıyor bu hengâmede. İyi olan bir insan ya da canlı, bir an içinde kötüleşiyor; gözlerine öyle yansıyor. Hırslarının karanlığında dünyaları kararırken, iyilere kötü diyorlar. Görmüyorlar, varsa yoksa kendileri. Ne acı, değil mi? Farklı düşünenleri ve düş bahçesine sahip olanları yakıyorlar. Yüreklerimiz dağlanıyor. Sonra nefes almak için düşüncelerime çekiliyorum; orayı da ele geçirmek istiyorlar. Başaramayınca daha çok hırslanıyorlar. Peki, ne var bu düş bahçesinde? Gerçeklerin ve gerçekleşmemiş olayların güçlü yankısı… Beklentisiz, kendine ait bir ruhun ebedi bahçesi… Düş bahçesi olanlar, siz her şeysiniz. Ölüm bile size dönüp bakarken imrendi. Ölüm meleği dedi ki: “Bu nasıl bir insan? Kapısına geldiğimde beni düşüncesine aldı ve beni tanıdı.” Kanatlarımın altında yaşayan bu insan bana bir bardak temiz hava uzattı: “Bu bardağın içinde ebed...

ETLİ YEMEK ve YARIM KALAN HİKÂYE

Kendine başkalarının soruları üzerinden sorular soruyordun; cevapların izini sürüyordun. Öyle ki bilgi sahibisin ama sorduğun soruların, senin edinmiş olduğun bilgilerle pratikte güncellenmesi gerekiyordu.  Bunun farkına varınca, seninle ileyletişime geçen kişilerin niyetlerini anlamaya koyulacaktın. Böylece kendine bir benlik edinmeyi arzuluyordun. Sonra Dionysos gibi, elindeki bilgi feneriyle dünyanın her yerinde adam aramaya çıktın. İnsanlar iyiliğe doymuyor, doymuyorlardı. Sevgi yaratmaya gelince, bu iyiliğin salt hali olmalı diye düşündün. İyilik yapılınca acıların dönmeyeceğini, derin yaraların kapanamayacağını çok geç olmadan öğrendin, Albatros. Karanlık her yerdeydi; peki ya aydınlık? İnsanlık hiçbir zaman salt iyiliğin peşinde olmadı. Yani bir yaralının yarısını sararken o yarayı yüreğinde sonuna kadar taşımadı. O yarayı sardı ve bu iyilik o insanın neyine yetmezdi, değil mi? Bir gün bir insan iyi olmaya karar verir. Bundan böyle hep iyi olmak nasıl bir şey diye düşün...

GÖZ KIRPAN YILDIZLAR, YARASI KANAYAN DÜNYA

Bu bir yolculuk. Ne zamana ait ne de mekâna... Çünkü bu varlık anlayışı, zaman ve mekânın ötesine uzanan bir evrenselliğe dayanıyor. Ontolojik bir yürüyüş bu; yalnızca görünen nesnel dünyayı değil, etkileşimden doğan anlayışları kavrama çabasıyla da örtüşüyor. Adı konmamış bir çağdan, henüz söylenmemiş bir dile doğru… Düşünen, gören ve görülenin ardındaki sezgiyi duyan bir bilincin iç sesinden doğuyor bu anlatı. Bir insan var. Adını bilmiyoruz belki, ama bir ışığın içinde duruyor. Ona bakanlar, ateşe yönelen ateşböcekleri gibi sessizce yaklaşıyor. Zaman, onun bakışıyla donuyor. Kimse konuşmuyor; çünkü o an yalnızca bir hissin içindeyiz: “İşte bu.” O kişinin bilinci, kristal bir prizma gibi. Gülüşü, zamansız varoluşun izdüşümü. İçindeki ışık dışarılara taşmış, ama bu bir gösteri değil; o ışık kendiliğinden var ve evrenin merkezine doğru bir çekim yaratıyor. Belki bir arif, belki bir derviş, belki kutsanmış bir kul... Ne olduğu önemli değil. Çünkü asıl mesele, neyin dönüşüme uğradığı. Ö...

GÜNDÜZ ve GECE BOZKURT ALEVİNDE

Bozkurt uçsuz bucaksız bir düzlükte ilerliyordu. Bastığı taşların ardında hiçbir iz kalmıyor, ne arkasından gelen bir ayak sesi duyuluyor ne de ufukta ona eşlik edecek bir gölge görünüyordu. Göğün rengi kararsızdı; ne geceye tamamen teslim olmuştu ne de gündüzün netliğine kavuşmuştu. Bu geçiş hâli, Bozkurt’un içindeki sessiz yürüyüşüyle uyum içindeydi. Yalnızlık artık bir eksiklik değil, içsel şekilde gelen derinlikti. Ve bu derinlikten, duyulmamış bir ses yukarıya doğru çıkıyordu. Bir an durdu. Sanki kendini değil, içinden doğan bir uğultu dinliyordu. İşte o anda, görünmeyen bir yerden, yumuşak ama derin bir ses geldi. Bu ses ona ait değildi; uzaklardan, bilinçle aydınlanmış bir ışıktan süzülüyordu. Soruyordu: “İnsanlar neden birbirlerinin çizgilerine müdahale ederler?” Bozkurt başını kaldırdı. Ufukta beliren bir varlık gördü. Bu, Gündüz’dü. Işıkla doluydu ama içi huzursuzdu. Gözleri parlıyordu, fakat anlamı taşıyamıyordu. Yüzeydeydi; her şeyi görüyordu ama hiçbir şeyin özüne inemiyor...