Bazen, bu kafesin içinde yaşadığımızı unuturuz. Derin bir nefes alınca her şey bir araya gelir. Bizi geriye iter. Duvardan sızan bir ışık yoktur; o zifiri karanlık her köşeyi sarar. Varlığımız, sabit sınırlar içinde bir çırpınış gibidir. Zihnimizin köşelerine yerleşen düşünceler, bir parmak izi gibi o kafeste kalır. Ne zaman farklı bir yöne dönmeye çalışsak, her şey yörüngeden çıkar. Bizi yine aynı noktaya bırakır. İlk bakışta aynı olan olayların içeriği benzer olsa da temaların imgesel görünümü farklıdır.
Bu kafeste her şey yerli yerinde durur, çünkü insan bir anın içine sıkıştığını kavramıştır. An dediğimiz, zamanın ağır çekimde kendini açmasıdır. Biz içeride bir yelken gibi savrulurken, dışarıda dünyanın sessizliği büyür. Kafesin duvarları incecik, neredeyse yok gibi görünür. Sabit fikirler, toplumsal beklentiler, görünmeyen zincirler, kıpırtı ve hareketimizle bizi yeniden içerideki o dar alanın incecik zar gibi duvarlarına yaslar.
Biz ellerimizi ve gözlerimizi kaybederken, neyi aradığımızı unuturuz. Bu kafeste her şey birbirine benziyor. Farklılıklar, benzerlerliklerin bölünmüşlük seremonisidir. Sıkışmışlığın ruhsal güncesinden doğan bir arayış tutumu. Ama belki de çıkış, bu sabit duruşun içinde bir farkındalık anıdır. Bir anda o sabit fikirlerin evreninden dışarıya bir bakış atma anıdır; kafesin duvarlarının ötesini görebilme anı.
İçeriye giren ışıklar, duvarların arasından süzülen ince hatlar gibi sessizce bir yerlere açılır. Yeniden varoluşumuzu sorgularız. Kafesin içinde bir düşünce daha doğar; düşünceler bir sarmaldan çıkar, ışık hüzmesinin arkasında kaybolur. Belki de en derin sorular, sessiz yanıtları taşır; yanıtlarımız kafesin içine yalnızca bir iz bırakır.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder