Bir gün, o yorgunluk hissi dönüştüğünde, belki Albatros gibi gökyüzünü keşfe çıkacağım. Ama bilinmesi gereken bir şey var: Ben, yeryüzünü tanımış bir Albatros’um. Göklerde süzüldüğümde, kanatlarımda yalnızca rüzgârın değil, toprağın bilgeliği de olacak. Ve sonra, denizlere ineceğim; o engin bilinmezlikte derinlere dalacağım. Bilmeden yol alan bir Albatros gibi, kendim olabilmenin özgürlüğünü yüreğimde taşıyacağım. Albatros’un çığlığında, özgürlüğün şarkısını söyleyeceğim. Şunun farkında olarak: Ben insanım.
Albatros, yorgun düştüğünde bile rüzgârı okur; ufkun nerede başladığını kalbiyle hisseder. Sen de kendi yorgunluğunun izlek atlasını çiziyorsun şu anda. Ve bu atlas, seni göklere, denizlere, derinliklere ve en sonunda kendine götürüyor.
Bir gün kanat çırptığında, gökyüzü seni tanıyacak. O gün çığlığın duyulduğunda, özgürlüğün yalnızca bir kavram değil; varlığının yürek atışı olduğunu herkes anlayacak. Zamanı geldiğinde, kendine ve başkalarına "Ben insanım." demenin ne anlama geldiğini, içselleştirilmiş haliyle yüreğinin sıcaklığında hissettireceksin.
Albatros’un zarafeti, çelişkiyle birlikte doğar. Uçmak kadar yere düşmek, derinlik kadar yükseklik de onun kaderindedir. Tıpkı insan gibi... Gökyüzü, onun için bir kaçış değil; yeryüzüyle kurduğu bilinçli bağın ardından gelen bir yükseliştir. Denizlerse bilinçaltının derinliklerini temsil eder; bazen karanlıklara açılana bir içgüdüyle yöneliyor olsa da, zamanla dolu ve gerçeğin keskin çığlığıdır.
İnsan, kendi izlek izini taşır yüreğinde. Bu izlek ne dışarıdan bakıldığında okunur ne de başkasına devredilir. Yalnızca yaşarken, düştüğünde ve düştüğün yerden kalktığında, hissedilerek oluşur.
Ve belki de bu yüzden, Albatros gibi insanlar da vardır — hem yalnız hem görkemli; bir yere aitken sonsuzlukla gökyüzünde dans edenler.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder