Varoluşun Unutuluşu ve İnsanlık Dramı
Heidegger’in “insan kendi varlığını unutarak var olur” sözü, yalnızca bireysel bir sorgulama değil, çağlara yayılan bir unutmanın yankısıdır. İnsan, doğayı, geçmişini, kendi özünü; kısacası nereden gelip nereye gittiğini unutarak ilerlemeye çalışır. Ancak bu ilerleyiş, aslında bir tür döngüsel gerilemedir. Çünkü gerçek değişim, yüzleşmeyi; yüzleşme ise unutulmuşla barışmayı gerektirir.
Bugünün toplumları, tarihsel olarak birçok eşiğe gelmiş; ancak bu eşiklerde kalıcı bir sıçrama yerine, geçici çözümlerle yüzleşmeden kaçmayı tercih etmiştir. Bu kaçışın adı “yama kültürü”dür. Sorunlar derinleştikçe, sistemin üzerindeki yırtıklar sadece görünmez kılınmaya çalışılır. Oysa yamanın altındaki çürüme sürmektedir.
Korkunun Kültürel Kodları
Toplumlar, değişim fikrine çoğu zaman direnir. Çünkü bilinmeyen, belirsizlikle birlikte gelir. Mevcut düzenin adaletsiz de olsa tanıdık sınırları, kaosun belirsizliğine tercih edilir. Bu bir nevi “güvenli çöküş” arzusu gibidir. Yıkılmakta olan bir yapının altında, hâlâ bir şeylerin kalabileceğine dair umutsuz bir inanç.
Bu durum, bireyde de görülen psikolojik bir eğilimin toplumsal düzeye yansımasıdır: İnsan, konfor alanında kalmak ister; sistemler de öyledir. O yüzden değişim çağrıları genellikle marjinalize edilir. Devrimci fikirler “ütopik”, yapısal dönüşümler ise “pratik değil” olarak etiketlenir. Aslında bunlar, mevcut sistemin kendini savunma refleksleridir.
Tarihin Yamaları: Roma'dan Günümüze
Roma İmparatorluğu son yıllarında defalarca “ıslah” edilmeye çalışılmıştı. Reformlar, imtiyazlar, yeni yönetim modelleri denendi. Ancak hiçbir yama, çürümüş yapının ruhunu onaramadı. Feodal düzen, kendini kilise otoritesiyle korumaya çalıştı, ama sonunda yükselen burjuvazi ve ulus-devletlerle yerini modern dünyaya bıraktı. Bugünse, ulus-devletlerin sınırları dahi, dijital çağın küresel dalgaları karşısında silikleşiyor.
Her çöküş, aslında bir yeniden doğuşun arifesi olmuştur. Sorun şu ki: Biz bu arifeyi ne kadar tanıyor ve ona ne kadar hazırız?
Radikal Değişim: Yıkmak mı, Yeniden Kurmak mı?
“Radikal” kelimesi, Latince radix, yani “kök”ten gelir. Radikal değişim, yüzeyde değil, kökte bir dönüşüm demektir. Bugün ihtiyacımız olan da budur: Ekonominin kökünü, siyasetin temelini, toplumsal değerlerin derin yapısını sorgulamak.
Radikal değişim, her şeyin altüst olması değil; her şeyin anlam kazanmasıdır. Bugünün krizlerini çözmek için yamanın ötesine, anlamın derinliğine inmeliyiz. Bu, sadece yeni kurumlar kurmakla değil, yeni bir düşünme biçimiyle mümkündür.
Soru: Gerçekten Hazır Mıyız?
Belki de sormamız gereken en dürüst soru bu: Biz gerçekten değişime hazır mıyız, yoksa yalnızca değişim gibi görünen yamaları mı tercih ediyoruz?
Hazır olmak, belirsizlikle yaşamayı öğrenmek demektir. Eskinin alışkanlıklarını bırakmak, yeni olanı henüz tanımlanmamış haliyle kucaklamak demektir. Bu da cesaret ister, bilgelik ister, kolektif bir farkındalık ister.
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder