Zaman, insanlığın en eski ve en derin kavramlarından biri. Ama zaman sadece bir kavram mı? Yoksa bir varoluş biçimi, bir akış mı? Bu soruyu sürekli sorguluyorum. Zaman, bizim zihinsel deneyimlerimizle şekillenen bir şey, ama aynı zamanda dışımızda da bir hareket var. Dışarıda olanla içimizde yaşanan arasında ince bir bağ var; zaman, bu bağın kendisi gibi. İçimden akıp giden bir nehir gibi varlığımı sarıyor, her an beni kuşatıyor. Ama yine de zamanın ne olduğunu, onu nasıl algıladığımızı anlamaya çalışıyorum.
İnsanlar geçmiş ve şimdi arasında gidip geliyor. Hep geçmişin izleriyle
ilerliyoruz, geçmişin ruhları peşimizden geliyor. Gelecek ise çoğu zaman
belirsizlik ve korku kaynağı. Ama ben, geçmişin ve şimdinin ötesine geçmeyi
deniyorum. Geleceği, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde anlamaya
çalışıyorum. Acaba evrenin daha geniş ölçeğinde zaman nasıl bir biçim alıyor?
Zamanın evrensel doğası, biz farkında olmasak da şimdilik bir gizem olarak
kalıyor.
Zamanla olan ilişkimiz sadece bir gözlem değil, aynı zamanda bir etkileşim.
Zihnimiz, zamanı bir pusula gibi kullanarak yön alabiliyor. Zihinsel
sıçramalar, zamanın ötesine geçebileceğimizin işareti gibi geliyor. Ama bu uzak
bir yer değil; içimizde bir yerde. İçsel dünyamızda, zamanla kurduğumuz
etkileşim sayesinde geçmişin kalıplarından sıyrılabiliyoruz. Bu sıçramalar,
zamanın döngüselliğine dair yeni farkındalıklar kazandırıyor. Tekrarlar
kaçınılmaz. Ancak tekrarların içindeki farklılıklar, zamanın her an yeniden
şekillendiğini gösteriyor.
Zihinsel yolculuklarımda zamanla aramda kurduğum ilişki daha görünür hale
geliyor. Zaman, hem içimde hem dışımda bir devinim. Kimi zaman bir durma anı,
kimi zaman bir genişleme. Kimi zaman bir daralma, kimi zaman bir açılma...
Zihin zamanla birlikte şekil alabiliyor. Ama bu şekil, o anın içinde kendini
sürekli yenileyen bir esneklik barındırıyor. Bir eylem, zamanı daraltabildiği
gibi genişletebilir de. Zihinsel gelişimimizle zamanı farklı biçimlerde
deneyimlememiz mümkün.
Zaman yalnızca bireysel bir deneyim değildir. Aynı zamanda toplumsal bir
arayış ve varoluş biçimidir. Toplumlar, zamanla kurdukları ilişkiyi sürekli
yeniden şekillendirir. Bu ilişki evrensel bir biçim almak zorunda değildir.
Zamanın farklı şekillerde deneyimlenmesi, onun soyut doğasından kaynaklanır.
Zaman, her bireyi ve toplumu farklı biçimlerde kuşatarak bizi hem içsel hem de
dışsal dünyamızla birleştirir.
Albert Einstein’ın geliştirdiği görelilik kuramı, zamanın sabit bir olgu
olmadığını; hız ve kütle gibi fiziksel etkenlere bağlı olarak değişebileceğini
ortaya koymuştur. Örneğin, bir kişi ışık hızına yakın bir hızla hareket
ettiğinde, onun için zaman daha yavaş akar. Bu olguya zaman genleşmesi denir.
Zamanın akışı, insan zihni tarafından üretilen deneyimsel bir olgu olabilir;
ancak bu zihinsel akış, fiziksel düzlemdeki görelilikle çelişmez. Aksine, her
iki düzlemde de zaman farklı biçimlerde esneklik gösterir. Bu gerçeklik,
zamanın sabit bir "akış" değil, çevresel şartlara göre esneyen bir
boyut olduğunu ortaya koyar. Görelilik kuramı, zamanın mutlak değil, göreli bir
kavram olduğunu açıkça gösterir.
Zamanın bu göreliliği, onun bireysel ve evrensel algılanışını daha da
karmaşık hale getirir. Bir yandan zaman, tamamen öznel bir deneyim gibi
yaşanırken, öte yandan evrensel düzeyde işleyen bir gerçeklik olarak da
varlığını sürdürür. Görelilik kuramı, zamanın öznel doğasını açığa çıkarırken
aynı zamanda onun değişken ve dinamik karakterini de sergiler.
Zamanın soyut doğası, onu yalnızca bir kavram değil, bir varoluş
biçimi haline getirir. Zihinsel sıçramalar, zamanın daha
derin boyutlarını keşfetmemize olanak tanır. Bu keşif süreci,
zamanın yalnızca bir deneyim olmadığını; aynı zamanda bir yolculuk olduğunu
ortaya koyar. İçimizde ve dışımızda var olan bu zamanın ilerleyişi,
bizi sürekli değişmeye ve yenilenmeye zorlar. O anın içindeki her şey, zamanın
yeniden şekillenen yanını bize gösterir.
Özünde her şey ürkütücü olabilir ama ben bu açıdan bakmıyorum. Ben, masumun
arkasında gizli olanı; güzelin ardında saklananı yakalamaya çalışıyorum.
Tarafsızlık oluşa ve olacaklara odaklanır. İnsanlar geçmiş ve şimdi arasında gidip gelirken,
ben geleceğe odaklanıyorum. Geleceğin bireysel, toplumsal hatta evrensel
düzeyde nelere gebe olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Gün geliyor, bu düşünceler beni bambaşka süreçlerin içine çekiyor. O
nedenle tekrarlardan kaçınmaya özen gösteriyorum. Tekrarlar elbette olur, bu
kaçınılmaz. Ama hiçbir mevsim bir diğerinin aynısı değildir.
Döngüsel olaylar hep aynı psikolojik tepkileri doğuruyorsa, bu tepkilerden
kaçınmam gerektiğini hissediyorum. Bazen bakıyorum ve her şeyin gerisindeyim.
Bazen içiyorum ve her şey içimde. Akıyorum ve her şeyin içindeyim.
Zaman, soyut bir kavram olarak zihnimize uzanıyor. Eylemlerimiz, zamanımıza açıklık veya kapalılık kazandırıyor. Bazen zaman durur gibi olur; çünkü biz onun durmasını isteriz. Ama açıklık, belirsizlikleri ve olasılıkları da beraberinde getirir. Ve zaman, dönerek genişler. Su gibi, deniz gibi... Zaman bizi kuşatır. Geçmişte olmuş olanlar, şimdi olanlar ve gelecekte olacak olanlar…
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder