Ayrıldığınızda yollarınız farklı yönlere doğru akıyor, hepsi bu. Bazen hayatın, bizi birbirinden ayıran yolları özenle değil, rastgele çizdiğini düşünürüz. Oysa ayrılık, yönlerin farklılaşmasından ibarettir çoğu zaman; bir kırılma değil, bir dağılmadır. İnsan, duygularıyla hareket eden bir varlık olarak bu farklılaşmayı dramatize eder. İnsancıl şeyler hissetmek, aslında insan yanımızla, yani yaşamla kurduğumuz kişisel bağla ilgilidir. Çünkü insan olmak sadece biyolojik bir tanım değil; hissetmenin, yanılmanın, bağlanmanın ve çözülmenin iç içe geçtiği bir yaşam pratiğidir.
Peki, neden çocukluğumuzdan kopamayız? Çünkü çocukluk, varoluşumuzun en savunmasız, en katıksız hâlidir. Henüz maskelerin, rollerin, öğrenilmiş savunmaların giyilmediği bir zamandır. İnsan en saf hâlinde oradadır; doğrudan, çıplak, kırılgan. Ve yaşam dediğimiz şey, çoğu zaman o saf yeri korumaya çalışırken yara almakla geçer. Aldandıkça, aldatıldıkça içimizdeki çocuk o eski limana dönmek ister. Orada biraz sessizliği, biraz sıcaklığı ve biraz kendimizi ararız. Ama zamanla anlarız ki, sığınılan liman bile bir öğretmendir. Yaralarımızın üzerine tuz basmayı orada öğreniriz. Acının da eğitici bir yönü olduğunu fark ederiz. Ve her seferinde biraz daha büyürüz. Ama büyümek, çocukluğu geride bırakmak değil, onunla birlikte yürümeyi öğrenmektir.
Yorumlar
Yorum Gönder