Giriş: Doğa ile Aramızdaki Kırık Aynalar
Doğa artık
bir “kaynak” değil, bir alarm çanı. Gezegenin sınırları zorlandı;
okyanuslar plastikle doldu, ormanlar rant projelerine teslim edildi, canlı
türleri sessizce yok oldu. Ancak daha çarpıcısı şu: Bütün bu yıkıma rağmen hâlâ
doğayı bir “pazar nesnesi” gibi algılıyoruz. Ekonomik sistem, doğayı metalaştırarak
büyümesini sürdürüyor; insan ise bu sistemin tüketici öznesi olmaya devam
ediyor.
Bu bölümde
soruyoruz: Doğayı yok eden yalnızca tüketim mi, yoksa tüketimi kutsayan düşünce
biçimi mi?
1. Doğanın Ölçülemez Değeri, Ekonominin Ölçme
Takıntısı
Modern
ekonomi, doğayı yalnızca ölçülebilir ve pazarlanabilir birimler üzerinden
değerlendirir. Ağaç, karbon emisyonunu dengeliyorsa kıymetlidir. Su,
şişelenebiliyorsa değerlidir. Bir tür, turizm gelirine katkı sağlıyorsa
korunur. Ancak doğanın estetik, varoluşsal, kültürel ya da ruhsal değeri bu
denklemde yoktur.
Ekonomik
sistemin ölçme takıntısı, doğanın canlılığını soyutlayarak onu salt araçsal
bir nesneye indirger. Böylece doğa, kendisi için değil; insanın çıkarları için
var olur.
2. Ekososyal Kriz: Sömürü Döngüsünün Gezegen Çapındaki
Yüzü
Kapitalist
üretim, doğayı yalnızca üretim süreçlerinde değil; aynı zamanda kâr
maksimizasyonu arayışında da sömürür. Tarımda monokültür, hayvancılıkta
endüstriyel üretim, madencilikte doğa talanı... Tüm bu uygulamalar, sistemin
kısa vadeli kazançlar uğruna uzun vadeli çöküşe gözlerini kapadığını
gösteriyor.
Bir yandan
“yeşil kapitalizm” söylemleriyle sistem kendini güncel tutuyor. Ancak bu
söylemler, çoğu zaman yüzeyde kalan PR kampanyaları. Gerçekte doğa, hâlâ bir ham
madde deposu ve atık sahası olarak görülüyor.
3. Doğaya Yabancılaşma: İnsanlığın En Sessiz Krizi
Modern
insan, doğayla kurduğu bağda bir kopukluk yaşıyor. Şehirlerde beton bloklar
içinde yaşayan birey, toprağın kokusunu, yağmurun ritmini, hayvanların
sessizliğini unuttu. Doğa bir "arka plan görüntüsü" haline geldi.
Yabancılaştıkça, doğayı daha kolay tüketiyoruz. Çünkü bağ kurulmayan şey, daha
kolay gözden çıkarılır.
Bu
yabancılaşma, yalnızca çevresel değil, ruhsal bir krizdir. Doğaya yapılan
saldırı, aslında insanın kendi varoluşuna yaptığı saldırıdır.
Sonuç: Doğayla Yeniden Bağ Kurmak – Ekonomi Dışı Bir
Etik
Artık yeni
bir bakışa ihtiyaç var. Doğayı araç değil, özne; kaynak değil, ortak; dışsal
değil, içsel olarak görmeye ihtiyacımız var. Bu yalnızca çevreci bir yaklaşım
değil, bir varlık felsefesidir. Doğayla yeniden bağ kurmadan, insan
kendi özüyle de bağ kuramaz. “Ekonomik büyüme sonsuz olabilir, ama doğa değil.
İnsan aklı, sınırsızlığı hayal edebilir, ama yaşam sınırlıdır. Bu sınırları
fark etmek, özgürlüğün başlangıcıdır.”
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder