Zamanın ve varlığın doğası, aslında daha derin ve bizim kavrayamayacağımız ölçekte bilinçli bir yapıya sahiptir. Bu düzeyde, sadece saatlerin ve dakikaların düzenine hapsolmadığımızı keşfetmek, bir dönüm noktasıdır. Çünkü zamanın dışında varlık, başka biçimde var olur; o, yaratıcı biçimde şekillenir. Bizim alışık olduğumuz "bir saniye" gibi zaman biriminden çok farklıdır.
Belki de zamanın ve varlığın sesi, o anın içinde duyulmakla kalmaz; suretiyle de derinlerde bir yerde şekillenir.
Bilinç, olaylara tanıklık etmemize imkân tanır. Farkında olmak ya da olmamak, çoğu vakitler bu işleyişin derinliklerini kavramakta zorlanmamıza sebep olur. Zihnimiz, algı sınırlarını zorlayan bir yoğunlukla karşılaştığında, zamanın ne olduğunu sorgulamak kaçınılmaz hale gelir. Tıpkı kır çiçeklerinin açtığı bir yürüyüş yolunda olduğu gibi, bir adım geri dönmek ve her anı yeniden gözlemlemek, insanın bilinçli varlığının bir tür derinleşmesidir.
Varlığın zamanla kesiştiği olaylar içinde bilinçli diyalog, sadece bizim yaşadığımız anlarla değil, geçmiş ve geleceğin de kesişim yolundaki noktada şekillenir. Düşüncelerimiz ve duygularımız, bir başka zamanın izlerini taşır. Ama bu izler, her anın içinde farklı bir biçimde varlığın sesini bize duyurur. Zaman zaman, bir anlık bilincimize çarpan gerçekler, 59 dakikalık bir yürüyüşü 1 dakika gibi hissettirebilir. İşte böyle bir durumda, yaşadıklarımız bize yaratıcı bir çağın içinde olduğumuzu hatırlatır. O an sadece 59 dakika mı kaybolmuştur? Belki de bu düzeyde yapılacak olan bir sorgulama, felsefi açıdan aynı zamanda her şeye nüfuz eden bakışımızla içsel geometrimizde tekrar anlayışımızı derinden etkileyerek var olacaktır.
Kendiliğinden ilerleyen süreçler, insan zihninin ve ruhunun gizli derinliklerine dair bir şeyler vaat eder. Zamanın ve varlığın kesişim noktasındaki en önemli soru şudur: Gerçekten yitip gitmeyi mi bekliyoruz? Yoksa zaman ve varlıkla olan ilişkimizin daha başka bir boyutunda, kendimize gelmeyi mi amaçlıyoruz? Kaybolmak, bazen varlıkla ve derinliklerle karşılaşmaya denk gelir. Bu karşılaşmanın içeriği bir tür arayıştır. Sonunda bu arayışlar bir buluşu doğurur. Buluşlar, beklediğimiz türden keşifler olmayabilir. Sürecin kesildiği anda, bir şeylerin içinde olmanın tam karşılığı ile bizde, beklenmedik mevsimlerde gökkuşağı gibi bir aura açar.
Zamanın ve varlığın içine dalındığında bir tür "çekilme" hali yaşanır. Bakıldığında asıl mesele, çekilmekten ziyade, varlığın dalgalanmasıyla anlayışımızı sadeleştirerek kendi varlığımızı yaratıcı çağın sesine kulak verirken bulmaktır. Bu yaşanılan süreçler, bizi her zaman varlığın bir yolculuk olduğu gerçeğiyle yüzleştirir. Bütün bu yaşananların ve yaşadıklarımızın farkında olmak, bir sanatçının dünyayı şekillendirme yeteneğini ortaya koyar. Çünkü sanat, sadece bir dışa vurum değil, aynı zamanda duygusal ve bilişsel dünyamızın farkındalığı ile yorumlanan dış dünyanın görünümleridir.
Yaratıcılık, lokal yorumların ve yaşanmışlıkların bir bütün olduğu yerde, kişisel niteliklerimizi ve duygusal yanlarımızı seçici bir şekilde paylaşmak, bizleri denge misyonuna bir adım daha yaklaştırır. Sanatçılar, yaratıcı kişiliğe sahip olabilenler, düşünürler – herkes kendi zaman ve varlık düzeyini, dikkatle ve bilinçli bir biçimde dışa vurduğunda, yeri geldikçe kavranabilir bir etkileşim yaratabilir. Bütünsel bir yaratıcılığın izlerini bu bilinçli çabaların ve zamanın ötesine geçmenin bir sonucu olarak görüyoruz.
Kaybolmanın arkasındaki derinlikten, yaratıcı doğuşlardan bahsediyoruz. Zamanın ve varlığın derinliklerine inmek, bir sanatçının kendisini tanıma yolculuğudur. Attığımız bir adımda etkileşim, etkili düşüncede bir yenilik keşfederiz. Belki de yeni çağın en büyük yaratıcılığını tanımlayan bu süreç olacaktır.
Can Ezgin
Yorumlar
Yorum Gönder