İnsanlar kendilerine karşı dürüst olmayı başardıklarında, kaybedeceklerini düşünüyorlar. Zihinlerindeki her şey büyüyüp düğümlendikçe, bazen o kadar ağırlaşıyor ki, hayatları rayından çıkarsa ve içlerindeki kabuslar gerçek olursa, endişeyle kendilerini tedirgin hissediyorlar.
Birçok insan düşünmüyor, taklit ediyor. Hatta karar verirken bile içgüdüleriyle hareket ediyor. Oysa içgüdüler yerine, duyarlı bir şekilde düşünebilmek, insanın en güçlü mekanizması olmalı. Ama sistemin kışkırtıcı tutumu ve toplumsal dinamikler, insanların bu yanlarını içgüdülerini uyandırmak için kurulmuş. Düşünebilmenin modeli bile yönlendirilmiş bir süreç; gözlerimizle gördüğümüz her şeyin ötesinde bir labirent.
Armağan olup olmadığını bilemem. Gerçekten düşünmesini bilen ve gören insanın ödeyeceği bedel, çoğu zaman kendi kendini imha etme sürecidir. Birçok düşünür ve yazar bunu fark etmiş; kendilerini veya yanlarındaki insanları bilinçli bir şekilde imhaya sürüklemişler. Ben hep düşündüm: Neden bu yolu seçmiş olabilirler? Benliklerinin ve özgün kişiliklerinin erezyona uğraması riskiyle yaşamak, belki de imha sürecinden daha acı gelmiş olabilir.
Duyarlı bir insan için ne gerekir, düşündüm. Eğer bir insan, duyarlı olup da imhayı seçiyorsa, bildiği bir şey vardır. Yani bizim göremediğimiz, salt gerçek bir şey. İnsan, kimliğiyle, kültürüyle, diliyle, inançlarıyla var olur. Peki, ne oluyor da imha süreci başlatılıyor?
İmha süreci mecazi değil; intihar girişimi de bunu kapsıyor. Evet destek olmak için mental açıdan yardım edebileceğimi öneriyorum, özellikle çevreme ve kendime karşı. Ama onlar, aidiyet ve içgüdüleriyle hareket ediyorlar; ben dahil her şeyi bir yere koymak istiyorlar. Oysa insan, toplumsal bir kalıp değildir. İnsanlar kariyer ya da rol anlamında kimlikleriyle bir yerde görünmek ister, dolayısıyla bana biçtikleri kimlikler veya rollerle kimsenin yerine geçemem.
Bu çatışmalar insanları yorar. Ben ise nefes alacakları damarlar açıyorum; ama sürekli damar açabilecek bir kudrete sahip değilim. Bu yüzden bazen sarsıcı olabiliyorum. Sevgiyi ve bencilliği bir arada taşımak, çok hassas bir denge gerektiriyor.
İnsanı kavramadan tenkit ettiklerinde, içlerindeki korkuları görüyorum. Ruhlarını görüyorum. İnsanların güzel olan her şeyi hak ettiklerini, özverilerini anlıyorum. Fark etmeye gelince yetişemiyorlar. Tehditlere boyun eğmeyeceksin; başka yolu yok. Sana kendinden vazgeç diyenlere karşı, kendini imha sürecinde olduğunu görmeleri belki yeterli olabilir.
Anlayış sergilememeleri karşısında, anlamsız dirençlerini ve içgüdülerini dikkate almıyorum; bir o kadar da alıyorum. İnsanlar menfaatleri uğruna eşleşiyor, bense bunu yapamıyorum; çünkü düşünüyorum.
Aslında tükenmekteyiz. Biz, tükenmekte olduğumuzu reddettiğimiz sürece gerçek ruhumuz bizden uzaklaşır. Sevgi olduğu sürece, tükenişi gördüğümüzde ve arayış içinde olduğumuzda yaratmak için adım atarız. İmha süreci aslında dolaylı anlamda bir yaratım sürecidir. İntihar bile, bu bakış açısıyla olguları ve bilgileri etkileyebilir. Derin korku buydu: ölüm ve ölmek.
Hayatın en sarsıcı durumu, ölümdür. İnsanlar canları yandığında, dolaylı da olsa, bir daha ölmemek için savunmaya geçer. Kayıplar öğreticidir. Düşünen beyinler, tahrip gücü yüksek bomba gibidir; zamanı gelince ne olacağını görmek istemez.
Düşünen beynin egosu karanlığa yöneldiğinde, kötücül egosu ve içgüdüleri tahrip yaratır.
Nefes alabilmek için bir sanat bahçesi olsaydı… Tek hayalim. Ruhum için. Gerçekten yalnız bir yerde, yer minderinde, günlerce sanat bahçesinde sadece düşünebilmek. Bu sanat bahçesi kökleriyle benliğimi yeşertecek mi?
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder