Ödzi, artık günümüzde bilinç ve hayal gücümüz sayesinde yeniden doğdu. Ödzi, bizim geleceğimiz mi? Onunla karşılaştığımda, kısık ve anlamadığım bir dilde Alpleri özlediğini işaretlerle anlatmaya çalışıyordu. Şehir hayatı ona göre değilmiş; çünkü Alpler’de yaşarken her gün, onun için dünün devamı değilmiş; günler bir hediye gibi geliyormuş. Aslında güneşi ve yağmuru kutsamıyormuş; tam tersi, doğa Ödzi’yi kutluyormuş. İnsanların bakarken hissettikleri, ama adlandıramadıkları gerçek duygu işte buymuş.
Mesajı şuydu:
“O, güneşi, rüzgarı ve yağmuru kutsamıyor. Güneş, rüzgar ve yağmur insanı kutluyor.”
Bu mesajı duyan ben olmalıydım. Kurtuluşunuzu arıyorsunuz. Sizi kutlayan doğanın sesine kulak verin, onun çığlıklarına işitin. Sonra kendinizi yaratın.
Ödzi aslında sizlersiniz. Benimle hikâyesi aracılığıyla bilinçaltı bir bağlılık kurabilmek için adım atıyordu. Ödzi’ye duyduğumuz sempati ve insanlığın kadim gölgesi, karanlıkta yanabilen bir ışıktı. Hikâyesi, bilincimde aynayı kendime çevirmemi arzu ediyordu. Biz varlığın yüzüyle dostuz; ezelden beri birbirimizi tanıyoruz. Ve bir şeyler kendi içinde deviniyor. Çalışan bir yaşam var. Ödzi bu süreçte görevini yerine getiriyor. Evrende yalnız olmadığımızı ve hayatın organize olduğunu bize gösterirken yalnızlığımızı gidermeye çalışıyordu.
Bazı bilinçlerin bölünemeyeceğini ruhumuza fısıldadı. Çünkü yaşayan ve birbirine bağlı bilinç, doğası gereği prizmatiktir. Doğada bölünmüşlük yoktur; sadece bütüne farklı açılardan bakabilme durumu vardır. İnsanlar bunu çok geç anlıyor. Çünkü kurdukları toplumsal düzen içinde, kendilerini keskin ayrımlarla bölüp parçalamışlar. Ödzi, bu toplumsal sistemleri doğanın içsel dinamikleriyle aşıyor ve mucizeler görünmeye başlıyor. Biz hâlâ bir gerçeği anlayamıyoruz. Aslında yaşadığımız şey, bütünün içinde yer aldığımız keskin ayrımlar ve parçalanmışlıklara rağmen yaşayabilmektir.
Olanlara bu çerçeveden bilincimden bakıyorum. Tarihsel döngülerdeki prizmanın içindeki bütünü görmemle bağlantılı. Aynı şekilde, doğadaki yaratıcı özün çarpanlarına da bu bilinçle yaklaşıyorum. Bazen bazı insanlar, karanlıkları ve egolarıyla bu prizmanın ışığını kapatmak için eylemde bulunabiliyor. O anda aklıma, 5300 yıl önce Alplerde yaşamını yitirdikten sonra buz içinde donup kalan adam geldi; zorlu şartlar altındaki hayat mücadelesi ve yaşam koşulları gözümde canlandı.
Ödzi, ansızın sırtından vuruldu. Hikâyesi burada bitmemişti; kaybı, prizmadan yansıyan bir bakış açısı olduğunu gösterdi. İki bilincin hayatta kalma mücadelesinin farklı seçimleri, üçüncü tarafı bir anlığına yanıltabilir. Aslında parçalanmalar, sonuçları yorumlarken aldığımız tutumlarda ortaya çıkıyor.
Mecaz anlamda Ödzi ruhumda yaşıyor ve cesur adamın şarkısı bana aynı duyguyu fısıldıyordu:
“Öfkelen, öfkelen ışığın ölümü karşısında.” — Dylan Thomas
Can Ezgin
Telif Hakkı Saklıdır
Yorumlar
Yorum Gönder