Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BİR KÖK ve AĞAÇ

Önce sanat ve kendimi geliştirmek ana hedefim oldu. O nedenle, iyi eğitimli görüşleri bir arada tutabilmek için esnek ve yaratıcı olmaya çalışıyorum. Önce belirsizlikleri lehime çevirmeliyim. O nedenle aklımda, trendlerin dışında kalmayan ama sanata koşan adımlarımı atmaya çalışıyorum. Ve kendi hikâyemi toplumun önünde değil, toplumun içinde ve onlarla beraber; onların düşlerini görmeye çalışıyorum. Bu düşlerimi, yeri geldikçe zaman zaman paylaşıyorum. Çünkü şu anda birçoğumuz farkında olmasa da, teknolojik anlamda süregelen ekosistemin bir parçası olduk. Hatta enerji ekosisteminin en tepesinde teknolojik gelişimler yer almaya devam edecek. Farkında mısınız, geleceğin mesleklerini bu süreçlere bağlı olarak günbegün şekillendiriyorlar? Düşün ki yarın “belkilerle” yaşayan bir toplumdasın. Bir de “Ne olacak dünyada?” diye uyanıyorum. Kendimi biliyorum. Yaşadığım topluma bakıyorum. Dolayısıyla, umudun olmadığı bir atmosferde gerçek umudunu yaratana ne denir? Beklerim ve beklerken izleri...

GUERNİCA TUVALE ÇARPAN NEFESLER

1881’de,bir Ekim sabahı, Málaga’nın birkaç kişinin karıncalar gibi sıralanarak geçebileceği dar sokaklarında yaprakların dahi kımıldamadığı bir sessizlik vardı. O sokaklara doğru açılan bir evin içinde, dünyaya yeni pencereler açabilecek bir hayat gelmişti. Bu doğumun umut ışığı silikleşiyor, yerine ölümün gölgesi çöküyordu. Güçsüz düşmüş görünen bebek öylesine hareketsiz ve sessizdi ki, odada bulunan herkes onun bu dünyaya aramıza katılamadan, o minicik ayaklarıyla adım atamadan gideceğine inanmıştı. Tam o sırada, bir doktor olan amcası cebinden çıkardığı purosunu yaktı. Küllerinden doğan bir kıvılcım gibi, aldığı dumanı bebeğin yüzüne üfledi. Aniden küçük göğüs kabardı, sessiz dudaklardan yükselen çığlık, odadaki ölüm sessizliğini paramparça etti. O çığlık, yalnızca bir bebek ağlaması değildi. Tarih, o an farkında olmadan geleceğin en büyük haykırışlarından birini işitti. Pablo büyüdü. Ellerinde tuttuğu kalem, fırça ve renkler sıradan birer araç olmaktan çıkıp, dünyanın gizli yüzünü...

GEÇİCİ MUTLAK GÜÇÜN GÖLEGESİ ve ŞEFFAF TOPLUM

Öncelikle mevcut sistemin krizlerden beslenmeyi bir kenara bırakması gerekiyor. Büyük güçler bu işten memnun. Hatta bu düzenin farklı dinamikleri olduğunu söylediklerini duyuyorum. Yani kendilerince geçerli sebepleri var. Sosyoekonomik sistemin tepesinde olup da gerçekten adil davranmış kim olabilir? Lider dediğimiz insan da bu toplumsal ekosistemin bir parçasıdır. Dolayısıyla vicdan aslında gerçek liderde görünür olur. Onun yaptıklarında, yazdıklarında ama hepsi o toplumun ve dünya insanlarının ortak sesidir. O nedenle bu gerçeği sadece liderler ve öncüler fark etmemeli, başımızda söz sahibi olan herkes fark etmelidir. Öyle ki bu vizyon nedense bir kişide ya da birkaç kişide görünür olur. Özellikle toplum hazır olduğunda. Biz cehenneme inandık. Cennet derken dahi bir ihanet içindeydik. Karnımız doydu, varlıklı azınlıklar açgözlüydü. Yüz binlerce, milyonlarca insan servetini düşündü. Kasada duran paralarına daha çok para koyabilmek uğruna sağlamda kaldılar. Sonra başkaları onların p...

YAŞAMIN PARMAK İZİ ve AMACI

Yaşamın parmak izini okumak gibi… Ve tabii ki insanın aklına şu geliyor: Yaşamın amacı var mı, varsa genel yaklaşım nedir? Yaşamın amacı yoksa –ki bence bu bakış açısı saçmalık– çünkü mikrobiyoloji yaşamın amacı yok diyorsa burada bütün yaşamsal destek ünitelerinden söz ediyorlar. Mikroskobik canlıların gezegenimizin tamamında olduğunu bildikleri için ve bu canlıların bilinç sahibi olmadıklarını bildikleri için, bilinçsiz canlıların bir amaç doğrultusunda hareket etmediklerini, sadece çevresel olgulara uyumlanmak için tepki verdiklerini öne sürüyorlar. Bu bilgiler ışığında en tutarlı bakış açısına sahip olmak bilim insanlarının işi ise, bilim insanlarına bu bilinçli yaklaşımı ve amacı kim verdi? Her şey tepki mi? Düşünsel ve eylemsel söylevlerimiz enerji kanalları ve yönlendirme araçları gibi faaliyet gösteriyor. Bu ilişkiler ağından somut bir olgu üretildiği an, enerjiyi üretmiş oluyoruz. Burada benim dikkatimi çeken şey, insan dönüştürmeyi tamamlayınca enerjiyi de üretmiş oluyor. ...

LUCA ORTAK ATANIN İZİNDE

Luca’yla birlikte nasıl bir süreç başlamış olmalı ki yaşamın dallanan kollarından, bizler şimdi uzaya yelken açan kaşifler olduk? Toplumsal açıdan bakınca, artık tek hücreli ama karmaşık bir canlı konseptine evriliyoruz. Luca’yı bir daha çağıramıyoruz. Herkesin içindeki Luca’nın mirası olan yaşam tutkusu öldürüldüyse, bu çok üzücü olurdu. Belki de o miras derin bir uykunun dehlizinde, uyandırılmak için bekliyor. Luca uyanırsa, bu başka bir yöne geçmek anlamına gelir. Luca’nın varlığı bir sıçrama gibiydi. Bu konuyu önceden düşündüğümde bir bakıma kavramsal bir sıçramaydı. Luca, ortak atamız olarak basit olan ilk canlıydı ve yaşamın devamını sağlayan sürece dahil oldu Yaşam kendini var ediyor. Sonra kopyalayarak canlılığın devamlılığını her şart altında sürdürmeye çalışıyor. Yaşamsal döngüler bir yerde durağanlaşıyor. Bu durağanlaşan kısımları aşabilmek için, bilinç oluşuyor. Bilinç tek başına bir şey ifade etmiyor. Yaşam, ayrı köklerden veya dallardan gelen uzantılar arasında bağl...

DÜŞÜNEN VİCDAN ve EKOSİSTEM

Geçmişimizi anladığımız zaman ne olur? Öncelikle, geleceğimiz hakkında öngörü sahibi olabilme olanağını keşfetmiş oluruz. Bu ne anlama gelir? Geçmişin ayak izleriyle, geleceğin senaryolarına yakın bağıntılar ve örüntüleri görebiliriz. Geleceğimizi inşa ediyoruz diyenler; burada haklılar. Kendimizi bir şeyi inşa etmek konusunda tam anlamıyla frenleyemiyoruz. Sorunda iki yol görüyorum. İki yoldan biri hayatta kalabilmek için korunaklı bir alan sağlarken, diğeri gelecek kurma adımlarını içeriyor. İkincisi, korunaklı alanda devreye girebilir: hayal, umut ve yaratıcılık. Çünkü bu alanda zaman farklı işliyor diyebilirim. Adalet, güven ve düzen, evrensel normlarla görünür olmalı. Bu nedenle sanatçılara ve bireysel ile toplumsal anlamda vicdanı duyarlı kılacak kavrayışlara ihtiyaç duyuyoruz. Hayatın adil olmadığını söylüyorlar. Peki, hayatın vicdanı var mı? Hayatın bir şekilde vicdanı olması, hayatın devam ediyor olmasıdır. Düşünelim, ama bencilce değil. Kendini bencilliğin kafesine kapatmı...

ÖRÜNTÜLER ve KÖKLERİN SESSİZLİĞİ

Bir ağaç düşünelim; kökleri sağlam görünse de çıkan fırtınaya dayanamıyor ve sonunda yıkılıyor. Yıkılan ağacın kökleri toprağın altından dışarıya çıkar. Kalın ve kılcal kökleri, görünmeyen yanlarıyla yaşamın mistik yönünü temsil ediyor. Genel durum böyle. Ağacın devrildiği noktadan tesadüfen bir çocuk geçerken, dönüp kılcal köklere baktığında bir örüntü fark ediyor. Kılcal kökleri bir şeye benzetiyor ve yetişkinlere anlatıyor, fakat sözlerine kimse itibar etmiyor. Çocuk eve gidiyor ve gördüğü örüntüyü düz bir tahtanın üzerine çiziyor.  Ertesi gün devrilmiş ağacın yanından yaşlı bir çiftçi geçiyor. Ağacın başında olan adamlara, “Bu ağacın köklerinde şu hastalık var; bu ağaç ondan dolayı devrilmiş,” diyor. Adamlar bu tanıdıkları yaşlı amcanın sözlerine kulak verince, yaşlı amca, “Bu hastalık diğer ağaçlarda da başlamış olabilir,” diyor. Onlara bu hastalık için tedavi öneriyor. Ama dayanamayıp soruyorlar: “Sen bunu nasıl anladın ki?” Yaşlı amca cevap veriyor: ‘Benim torunum var. D...

TİN ve TOZLAŞMA

Kendimizin ötesine çıkmakla başlıyoruz… Çünkü her şeyi bilmek mümkün değil. Bilgiyi aramak, bilgeliği talep etmek, kendi sınırlarımızı aşmakla mümkündür. Bir kişinin bilgeliği elbette değerli olabilir; ama esas olan, toplumun ve insanlığın bilgeliğidir. Gerçek farkındalığa ulaşmak istiyorsak, kendi küçük dünyamızın dışına çıkarak, başkalarının da kendi evrenlerine sahip olduğunu anlamalıyız. Ne yazık ki, yozlaşmış bir dünya bu anlayışlarımızı daraltıyor. Şehirler artık adeta birer suç makinesi gibi çalışıyor. İnsanlar, menfaatleri uğruna fikirleri birbirine çarpıştırıyor ve çıkarlarını ustaca gizliyor. Erdemin ışığı, bugün sadece kitap sayfalarında parlıyor. İnsanların zihnini açacak, ruhunu besleyecek, kendine ait özel ve güzel anlara sahip olması gerekiyor. Hevesimizle, zevkimizle, karmaşık tutkularımızla hareket ediyor; davranışlarımızın sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Bu zor bir süreç. Çünkü bizim gibi toplumlarda herkes, birbirinin polisi. İyi ve farklı bir şey yapmak neredeyse imkân...

CESUR ADAMLAR ve ŞARKILAR

Ödzi, artık günümüzde bilinç ve hayal gücümüz sayesinde yeniden doğdu. Ödzi, bizim geleceğimiz mi? Onunla karşılaştığımda, kısık ve anlamadığım bir dilde Alpleri özlediğini işaretlerle anlatmaya çalışıyordu. Şehir hayatı ona göre değilmiş; çünkü Alpler’de yaşarken her gün, onun için dünün devamı değilmiş; günler bir hediye gibi geliyormuş. Aslında güneşi ve yağmuru kutsamıyormuş; tam tersi, doğa Ödzi’yi kutluyormuş. İnsanların bakarken hissettikleri, ama adlandıramadıkları gerçek duygu işte buymuş. Mesajı şuydu: “O, güneşi, rüzgarı ve yağmuru kutsamıyor. Güneş, rüzgar ve yağmur insanı kutluyor.” Bu mesajı duyan ben olmalıydım. Kurtuluşunuzu arıyorsunuz. Sizi kutlayan doğanın sesine kulak verin, onun çığlıklarına işitin. Sonra kendinizi yaratın. Ödzi aslında sizlersiniz. Benimle hikâyesi aracılığıyla bilinçaltı bir bağlılık kurabilmek için adım atıyordu. Ödzi’ye duyduğumuz sempati ve insanlığın kadim gölgesi, karanlıkta yanabilen bir ışıktı. Hikâyesi, bilincimde aynayı kendime çevirm...

O DÜŞ GÖRÜYOR

O düş görüyordu; düşünlerinde gördüğü bir evrendi. O evren kendisiydi. Işık içindeydi. Evren, kendisinde olanı ilk anda tanıyordu. Evrenin kendisi de ışıktı. Uzamın dipsiz karanlığı bile ışıktı. İnsan, içindeki o karanlığa bakınca, karanlığın ışığında dans etmeye başlıyordu. Can Ezgin  Telif  Hakkı Saklıdır   

PASİF ENERJİ: PARADOKS MU, DENGE UNSURU MU?

Aslında evren, bir enerji paradoksunu işaret ediyor. Bize ulaşan enerji kadarını bilimsel veriler, analizler, matematiksel kuramlar ve deneylerle bilgi hâline getiriyoruz. Tersinden bakarsak, biz bildiğimiz kadar evrenin enerjisine maruz kalıyor ve onu kullanabiliyoruz. Bu süreç doğal şekilde bize ulaşsa da, bu enerjiyi üretiyor, depoluyor ve kontrol ediyoruz. Görünüşe göre burada bir paradoks yok. Peki, paradoks nerede? Bir fikrimiz var mı? Paradoks, enerji açılımı ve saçılımında ortaya çıkıyor. Buna ne diyelim? Evren, bir enerji saçılımı sürecinde var olmaya başlamış olabilir. Ancak enerji içinde, saçılım yapan enerjiden daha pasif bir enerji arasında bir taşıma söz konusu olabilir. Yani, evren oluşmadan önce, pasif enerji taşıyıcısı var olmuş olabilir mi? Çünkü enerji saçılması teoriyi destekliyor gibi görünüyor. Saçılmadan önce bu pasif enerji bir şekilde toplanıyor ve ardından güçlü bir enerji açığa çıkıyor. Güzel olan ise şu: Açığa çıkan enerji saçılımını, bu pasi...

ATEŞ ve SANATIN YARATICI GÜNEŞİ

İnsanlar kendilerine karşı dürüst olmayı başardıklarında, kaybedeceklerini düşünüyorlar. Zihinlerindeki her şey büyüyüp düğümlendikçe, bazen o kadar ağırlaşıyor ki, hayatları rayından çıkarsa ve içlerindeki kabuslar gerçek olursa, endişeyle kendilerini tedirgin hissediyorlar. Birçok insan düşünmüyor, taklit ediyor. Hatta karar verirken bile içgüdüleriyle hareket ediyor. Oysa içgüdüler yerine, duyarlı bir şekilde düşünebilmek, insanın en güçlü mekanizması olmalı. Ama sistemin kışkırtıcı tutumu ve toplumsal dinamikler, insanların bu yanlarını içgüdülerini uyandırmak için kurulmuş. Düşünebilmenin modeli bile yönlendirilmiş bir süreç; gözlerimizle gördüğümüz her şeyin ötesinde bir labirent. Armağan olup olmadığını bilemem. Gerçekten düşünmesini bilen ve gören  insanın ödeyeceği bedel, çoğu zaman kendi kendini imha etme sürecidir. Birçok düşünür ve yazar bunu fark etmiş; kendilerini veya yanlarındaki insanları bilinçli bir şekilde imhaya sürüklemişler. Ben hep düşündüm: Neden bu yolu ...

YARATICI COŞKUNLUK

Hayatta kalabilme becerileri küçümsenecek bir şey değil. Ve zeka konusunda doğaya bakınca ne görüyorum: örgütlü zeka. Biliyorsun, insanların zeki olanları köle ahlakını keşfetmiş. Ben en fazla kendimi anlatmaya çalışabilirim. Sanat, yaratım ve ben; doğaya bakınca dahi sanatçının ruhunu görüyorum. Evet, coşku önemli bir taşkınlık hâli. Yaratıcı enerjinin saçılımı. Doğa, sanatçı ve yaratıcı unsurların alanıysa, insanın öznel bakış açısı bu doğanın yaratıcı eserlerini seyretmek oluyor. Biz yaratıcı enerjinin içinde kalabilseydik, yani bir seyirci ya da tercüman olarak, doğanın gizli bahçeleri gözümüzün önüne serilecekti. Biz ne yaptık? Basit, doğayı taklit ettik ve kutsal ağaçtan yasak elmalı bilgiyi aldık. Şimdiyse her şeyi bildiğimizi sanarak lanetlendik. Dikkat edersen, doğada bir otorite yok. Bu yasak elma hikâyesiyle otoriteyi yarattık. Bu, binlerce, on binlerce yıldır süren doğa ile kurduğumuz temas hâlidir. Biz doğa ile iletişim kurmaya başladığımızda, onun dilinin sanat olduğunu...

GÜVEN, SEVGİ ve ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE

Bir şeyin varlığı insana güven verebilir; fakat bu güven, karşılıklı olmadıkça tek taraflıdır. Karşılıklı güvenin yerini çıkar ilişkileri aldığında, güvenin özü boşalır, bir yanı eksik kalır. Tarih boyunca egemenlerin en belirgin tavırlarından biri tecrit etmek ve dışlamaktır. Mutlak iktidar iddiasındaki her yönetim, kendi sözlerini eğip bükme hakkını kendinde görür. Yalanlarını yaşatabilmek için önce iktidarı mutlaklaştırır; ardından, tecrit ve dışlama üzerinden o yalanları besler. Çünkü yalanların barınabileceği tek zemin, tek sesli ve tek boyutlu bir iktidar alanıdır. Oysa özgürlük, insanın en doğal arayışıdır. Görünmez kelepçelerin zihne ve ruha vurulmasına izin vermemek gerekir. İnsan, en azından kendi zihnine hükmetmeli, ruhunun yolunu kendisi belirlemelidir. Bu yolculukta gerçek sevgi, pusula işlevi görür. Çünkü sevgi, başka dünyalara açılan kapılardan içeriye adım atmaktır. Sevgi, keşfederek öğrenmek ve riyasız yaşamaktır. Ne var ki hayatın içindeki dolambaçlı laflar, ruhumu...

SORULAR ve KEŞİF

Sorularını kendine sormaya başladığında, cevaplar yüreğini kucaklar ve korkuların kanatlanır. İçinde biriken kaygılar ve belirsizlikler artık seni esir edemez. Keşif ışığıyla aydınlanırsın; sorularınla biraz daha özgürleşir, cevaplarınla biraz daha güçlenirsin. İçsel dünyandaki örüntüler arasında yaratıcı bağlar oluşur ve evrenle somut bir etkileşime geçersin. Can Ezgin Telif Hakkı Saklıdır  

ANLAYIŞLARIMIZIN SINIRINDAYIZ.

Benim hiç aklıma gelmeyen bir şey: “Zaman tanrıdır,” dedi. Evet, zaman tanrı ise, tanrı evrenle birlikte mi var oluyor o zaman? Eğer bu düşünceyi bir anlığına hakikat olarak kabul edersek, bütün problemlerin cevabı basitçe orada duruyor. Evrenin oluş anını kabul edecek olursak, belki de zaman evrenin oluşumuyla var olmadı; zaman, evrenin oluşmasından önce vardı. Albatros bana baktı ve sordu: “Peki dostum, o zaman evrenin oluşu zamanın karşıtlığı mı demek?” “Evet,” dedim. “Zaman tanrıydı ama görünür değildi. Bir yerde, zamansızlık yani karşıt yapı bozulma oluşturdu. Sonra büyük patlama gerçekleşti ve tam o anda evren genişlemeye başladı. Zaman-tanrı, bozulanı düzeltmek için sonsuz derecede evrene, varlığın bütün aralıklarına saçıldı. Belki biz kendimizi etkin görmek istediğimiz için etkiniz.” Albatros, “Peki, bu basit bakış açısıyla kuantumu nasıl yorumluyorsun?” dedi. “Bunu anlamak için önce yalnızlığın derinliğini kavramalıyız. Tanrı yalnızsa ve nötrse, yalnızlığı çok derin. Öyl...

DOĞANIN İÇİNDEN MÜKEMMEL SANAT

Bu sanat hikayesini kaleme alan yazıyı anlamak istedim. Ve anladım. Sanatta keskin bir rekabet var; ama insan kendisini bulabiliyorsa, kavramların dışına çıkıyor. Sanatçı, olabildiğince kendini ifade ederken sistemin açmaz yanlarına düşüyor? Onay, beğeni arayış beklentisi oluşuyor. O zaman yazdıklarıyla çelişiyor gibi görünüyor. Dostum, ne demiştim: İnsan kendisi olamıyor ama kendini bulabiliyor. Almanya’dan Amerika’ya taşınan bir sanatçı, kendi yolunu bulmuş olabilir; sosyal ve ekonomik sistemlerin içindeki kaygılar insanı sürekli bir sınıra götürüp getiriyor. İşte o sınır, kendini bulabilme alanı. Sanatçıların ve birçok insanın deneyimlemesi gereken yer burası. Önemli olan, kusurlu katmanların arasında, çerçeveyi bozmadan mükemmel hissi bir yerde gizleyebilmek. İnsan bu duyguyu yaşadığı anda, kendini bulmuş olur. Bazen bunu doğada gözlemliyorum. Doğa ilk bakışta mükemmellik vermez; ama dikkatlice bakınca örüntüyü görmeye başlarsınız ve kendinizi bulursunuz. Çünkü doğanın en mükemmel ...

DÜŞLERİN SPEKTRUMU

Bu şarkım senin için, kanatlarına dolan rüzgâr olsun. Kendini arayan yitik ruhlarla karşılaştım; onların sessiz çığlıklarına kulak verdim. Acıları, hüzünleri, kayıpları benimle kaldı. Onlara sevginin dilini fısıldadım; şarkılarla, şiirlerle, ruhumuzun ezgisini hayata taşıdım. Kitaplarımda, yazılarımda yaşayan binlerce insan var, sevgili dostum. Kimse tam anlamıyla kendi olamıyor; sadece kendini buluyor. Ruhum bir kuşun tüyleri gibi ışığın içinde dans ediyor, rüzgârlarla konuşuyor, sevgiyle süzülüyor. Kendimi akışa bırakıyor, özgürce uçuyorum. Ruhum böyle, dostum; hayatın imzasını taşıyor. Zamanın ve saatin sabitliği yok; her şey mevsimlerin, anların ve yaşına göre şekilleniyor. Bu kalp bir gün duracak, bu yürek bir gün susacak. Geride yalnızca başka kuşların kanatları ve ışık dansları kalacak. Hayatın imzasını taşıyan bir kuş, yere çakılacağı ana kadar gökyüzünün enginliğinde süzülür. Bir saniye içinde bir dünya, bir evren gizlidir; bu görüş kuşun bilgeliğiyle alakalıdır.    Z...

DÜŞ BAHÇESİ ve ÇİTLERİ

Düşlerin içinde yaşadığını bilen bir insanın ruh hâli nasıl olurdu? Düşleriyle gerçeğe dokunan, hatta gerçekleri yarattığı an bunu kavrayan kişi, neye dönüşmüş olurdu? Antik Helen uygarlığında bile böylesine bir varlığa tanrı payesi verilmiş midir? Belki de bir şeyin gerçek olması için yalnızca düş kurmak gerekmez. Gerçek ile düşler arasında kurulan bir köprü, ortaya çıkan hakikati her insana farklı gösterir. Başkaları için gerçek olan şey, belki de yalnızca bir düş dünyasıdır. İnsanlar bu düş-gerçekliğin içinde yaşarken, kendi duygularının ve düşüncelerinin etkilerini çoğu kez fark edemezler. Mitolojiler de bu fark edilemeyenleri abartılı hikâyeler yoluyla hatırlatır. Bazen insan sadece “haber alır”. İlk bakışta bu abartılı görünebilir. Oysa insanlar birbirleriyle ilişki kurarken farkında olmadan sürekli bir savunma içindedirler. Bu savunma, duygusal fırtınalarla örülür. Çoğu zaman, insanın kendince korumaya çalıştığı şey aslında içindeki eski, çocukluk hâlidir. Sosyal ilişkiler, m...

DAHİLİ KUZGUN

Kuşlar yüreğine güvenir. Kuzgun zamanı taşır; kanatlarında geçmişin izleri, geleceğin bekleyişi vardır. Üzülüyorum, dostum. Beni tanımayanlar, içimdeki kuzguna taş atıyor. Farkında değiller. Onu uyandıracaklar diye çekiniyorum; kuzgun, keskin bakışları ve muazzam enerjisiyle zamanı yarıyor, büküyor, dönüştürüyor. Görmezden gelenler… Toylukları sebebiyle kendilerini maddi ve nüfusça güçlü sanan tanıdıklarım… İçimdeki kuzgunu sezdikleri için ruhumu sindirmeye çalışıyorlar. Bilmiyorlar; Albatros bile bilmiyor. Görüş alanımı daraltsalar da, bakışlarımı onlardan kaçırmam mümkün değil. Kuzgunun gözleri her şeyi görüyor, zamanın akışını fark ediyor. Bu durum beni endişelendiriyor. İçimdeki kuzgun, hep koruduğu, kanat germiş olduğu halde tanıdıklarım onu artık yanlarına almıyor. Onlar egolarına her şeyi kurban ettiler, kalplerini kuruttular. Kuzgun bu adamsendecilikler sebebiyle yanlarında uçmak değil gökyüzünde kaybolmak istiyor; zarar vermemek için duymamak istiyor. Onların yazgılarını, niy...

ÖLÜMÜN KANATLARI ve DÜŞ BAHÇESİ

İnsanlar bilmiyor, birbirlerine haksızca dokunuyorlar. Kabullenemeyişin, oyalamanın ve saplantıların ağırlığı var üstlerinde. Oysa midem bulanıyor bu hengâmede. İyi olan bir insan ya da canlı, bir an içinde kötüleşiyor; gözlerine öyle yansıyor. Hırslarının karanlığında dünyaları kararırken, iyilere kötü diyorlar. Görmüyorlar, varsa yoksa kendileri. Ne acı, değil mi? Farklı düşünenleri ve düş bahçesine sahip olanları yakıyorlar. Yüreklerimiz dağlanıyor. Sonra nefes almak için düşüncelerime çekiliyorum; orayı da ele geçirmek istiyorlar. Başaramayınca daha çok hırslanıyorlar. Peki, ne var bu düş bahçesinde? Gerçeklerin ve gerçekleşmemiş olayların güçlü yankısı… Beklentisiz, kendine ait bir ruhun ebedi bahçesi… Düş bahçesi olanlar, siz her şeysiniz. Ölüm bile size dönüp bakarken imrendi. Ölüm meleği dedi ki: “Bu nasıl bir insan? Kapısına geldiğimde beni düşüncesine aldı ve beni tanıdı.” Kanatlarımın altında yaşayan bu insan bana bir bardak temiz hava uzattı: “Bu bardağın içinde ebed...

ETLİ YEMEK ve YARIM KALAN HİKÂYE

Kendine başkalarının soruları üzerinden sorular soruyordun; cevapların izini sürüyordun. Öyle ki bilgi sahibisin ama sorduğun soruların, senin edinmiş olduğun bilgilerle pratikte güncellenmesi gerekiyordu.  Bunun farkına varınca, seninle ileyletişime geçen kişilerin niyetlerini anlamaya koyulacaktın. Böylece kendine bir benlik edinmeyi arzuluyordun. Sonra Dionysos gibi, elindeki bilgi feneriyle dünyanın her yerinde adam aramaya çıktın. İnsanlar iyiliğe doymuyor, doymuyorlardı. Sevgi yaratmaya gelince, bu iyiliğin salt hali olmalı diye düşündün. İyilik yapılınca acıların dönmeyeceğini, derin yaraların kapanamayacağını çok geç olmadan öğrendin, Albatros. Karanlık her yerdeydi; peki ya aydınlık? İnsanlık hiçbir zaman salt iyiliğin peşinde olmadı. Yani bir yaralının yarısını sararken o yarayı yüreğinde sonuna kadar taşımadı. O yarayı sardı ve bu iyilik o insanın neyine yetmezdi, değil mi? Bir gün bir insan iyi olmaya karar verir. Bundan böyle hep iyi olmak nasıl bir şey diye düşün...

GÖZ KIRPAN YILDIZLAR, YARASI KANAYAN DÜNYA

Bu bir yolculuk. Ne zamana ait ne de mekâna... Çünkü bu varlık anlayışı, zaman ve mekânın ötesine uzanan bir evrenselliğe dayanıyor. Ontolojik bir yürüyüş bu; yalnızca görünen nesnel dünyayı değil, etkileşimden doğan anlayışları kavrama çabasıyla da örtüşüyor. Adı konmamış bir çağdan, henüz söylenmemiş bir dile doğru… Düşünen, gören ve görülenin ardındaki sezgiyi duyan bir bilincin iç sesinden doğuyor bu anlatı. Bir insan var. Adını bilmiyoruz belki, ama bir ışığın içinde duruyor. Ona bakanlar, ateşe yönelen ateşböcekleri gibi sessizce yaklaşıyor. Zaman, onun bakışıyla donuyor. Kimse konuşmuyor; çünkü o an yalnızca bir hissin içindeyiz: “İşte bu.” O kişinin bilinci, kristal bir prizma gibi. Gülüşü, zamansız varoluşun izdüşümü. İçindeki ışık dışarılara taşmış, ama bu bir gösteri değil; o ışık kendiliğinden var ve evrenin merkezine doğru bir çekim yaratıyor. Belki bir arif, belki bir derviş, belki kutsanmış bir kul... Ne olduğu önemli değil. Çünkü asıl mesele, neyin dönüşüme uğradığı. Ö...