Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

PASİF ENERJİ: PARADOKS MU, DENGE UNSURU MU?

Aslında evren, bir enerji paradoksunu işaret ediyor. Bize ulaşan enerji kadarını bilimsel veriler, analizler, matematiksel kuramlar ve deneylerle bilgi hâline getiriyoruz. Tersinden bakarsak, biz bildiğimiz kadar evrenin enerjisine maruz kalıyor ve onu kullanabiliyoruz. Bu süreç doğal şekilde bize ulaşsa da, bu enerjiyi üretiyor, depoluyor ve kontrol ediyoruz. Görünüşe göre burada bir paradoks yok. Peki, paradoks nerede? Bir fikrimiz var mı? Paradoks, enerji açılımı ve saçılımında ortaya çıkıyor. Buna ne diyelim? Evren, bir enerji saçılımı sürecinde var olmaya başlamış olabilir. Ancak enerji içinde, saçılım yapan enerjiden daha pasif bir enerji arasında bir taşıma söz konusu olabilir. Yani, evren oluşmadan önce, pasif enerji taşıyıcısı var olmuş olabilir mi? Çünkü enerji saçılması teoriyi destekliyor gibi görünüyor. Saçılmadan önce bu pasif enerji bir şekilde toplanıyor ve ardından güçlü bir enerji açığa çıkıyor. Güzel olan ise şu: Açığa çıkan enerji saçılımını, bu pasi...

ATEŞ ve SANATIN YARATICI GÜNEŞİ

İnsanlar kendilerine karşı dürüst olmayı başardıklarında, kaybedeceklerini düşünüyorlar. Zihinlerindeki her şey büyüyüp düğümlendikçe, bazen o kadar ağırlaşıyor ki, hayatları rayından çıkarsa ve içlerindeki kabuslar gerçek olursa, endişeyle kendilerini tedirgin hissediyorlar. Birçok insan düşünmüyor, taklit ediyor. Hatta karar verirken bile içgüdüleriyle hareket ediyor. Oysa içgüdüler yerine, duyarlı bir şekilde düşünebilmek, insanın en güçlü mekanizması olmalı. Ama sistemin kışkırtıcı tutumu ve toplumsal dinamikler, insanların bu yanlarını içgüdülerini uyandırmak için kurulmuş. Düşünebilmenin modeli bile yönlendirilmiş bir süreç; gözlerimizle gördüğümüz her şeyin ötesinde bir labirent. Armağan olup olmadığını bilemem. Gerçekten düşünmesini bilen ve gören  insanın ödeyeceği bedel, çoğu zaman kendi kendini imha etme sürecidir. Birçok düşünür ve yazar bunu fark etmiş; kendilerini veya yanlarındaki insanları bilinçli bir şekilde imhaya sürüklemişler. Ben hep düşündüm: Neden bu yolu ...

YARATICI COŞKUNLUK

Hayatta kalabilme becerileri küçümsenecek bir şey değil. Ve zeka konusunda doğaya bakınca ne görüyorum: örgütlü zeka. Biliyorsun, insanların zeki olanları köle ahlakını keşfetmiş. Ben en fazla kendimi anlatmaya çalışabilirim. Sanat, yaratım ve ben; doğaya bakınca dahi sanatçının ruhunu görüyorum. Evet, coşku önemli bir taşkınlık hâli. Yaratıcı enerjinin saçılımı. Doğa, sanatçı ve yaratıcı unsurların alanıysa, insanın öznel bakış açısı bu doğanın yaratıcı eserlerini seyretmek oluyor. Biz yaratıcı enerjinin içinde kalabilseydik, yani bir seyirci ya da tercüman olarak, doğanın gizli bahçeleri gözümüzün önüne serilecekti. Biz ne yaptık? Basit, doğayı taklit ettik ve kutsal ağaçtan yasak elmalı bilgiyi aldık. Şimdiyse her şeyi bildiğimizi sanarak lanetlendik. Dikkat edersen, doğada bir otorite yok. Bu yasak elma hikâyesiyle otoriteyi yarattık. Bu, binlerce, on binlerce yıldır süren doğa ile kurduğumuz temas hâlidir. Biz doğa ile iletişim kurmaya başladığımızda, onun dilinin sanat olduğunu...

GÜVEN, SEVGİ ve ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE

Bir şeyin varlığı insana güven verebilir; fakat bu güven, karşılıklı olmadıkça tek taraflıdır. Karşılıklı güvenin yerini çıkar ilişkileri aldığında, güvenin özü boşalır, bir yanı eksik kalır. Tarih boyunca egemenlerin en belirgin tavırlarından biri tecrit etmek ve dışlamaktır. Mutlak iktidar iddiasındaki her yönetim, kendi sözlerini eğip bükme hakkını kendinde görür. Yalanlarını yaşatabilmek için önce iktidarı mutlaklaştırır; ardından, tecrit ve dışlama üzerinden o yalanları besler. Çünkü yalanların barınabileceği tek zemin, tek sesli ve tek boyutlu bir iktidar alanıdır. Oysa özgürlük, insanın en doğal arayışıdır. Görünmez kelepçelerin zihne ve ruha vurulmasına izin vermemek gerekir. İnsan, en azından kendi zihnine hükmetmeli, ruhunun yolunu kendisi belirlemelidir. Bu yolculukta gerçek sevgi, pusula işlevi görür. Çünkü sevgi, başka dünyalara açılan kapılardan içeriye adım atmaktır. Sevgi, keşfederek öğrenmek ve riyasız yaşamaktır. Ne var ki hayatın içindeki dolambaçlı laflar, ruhumu...

SORULAR ve KEŞİF

Sorularını kendine sormaya başladığında, cevaplar yüreğini kucaklar ve korkuların kanatlanır. İçinde biriken kaygılar ve belirsizlikler artık seni esir edemez. Keşif ışığıyla aydınlanırsın; sorularınla biraz daha özgürleşir, cevaplarınla biraz daha güçlenirsin. İçsel dünyandaki örüntüler arasında yaratıcı bağlar oluşur ve evrenle somut bir etkileşime geçersin. Can Ezgin Telif Hakkı Saklıdır  

ANLAYIŞLARIMIZIN SINIRINDAYIZ.

Benim hiç aklıma gelmeyen bir şey: “Zaman tanrıdır,” dedi. Evet, zaman tanrı ise, tanrı evrenle birlikte mi var oluyor o zaman? Eğer bu düşünceyi bir anlığına hakikat olarak kabul edersek, bütün problemlerin cevabı basitçe orada duruyor. Evrenin oluş anını kabul edecek olursak, belki de zaman evrenin oluşumuyla var olmadı; zaman, evrenin oluşmasından önce vardı. Albatros bana baktı ve sordu: “Peki dostum, o zaman evrenin oluşu zamanın karşıtlığı mı demek?” “Evet,” dedim. “Zaman tanrıydı ama görünür değildi. Bir yerde, zamansızlık yani karşıt yapı bozulma oluşturdu. Sonra büyük patlama gerçekleşti ve tam o anda evren genişlemeye başladı. Zaman-tanrı, bozulanı düzeltmek için sonsuz derecede evrene, varlığın bütün aralıklarına saçıldı. Belki biz kendimizi etkin görmek istediğimiz için etkiniz.” Albatros, “Peki, bu basit bakış açısıyla kuantumu nasıl yorumluyorsun?” dedi. “Bunu anlamak için önce yalnızlığın derinliğini kavramalıyız. Tanrı yalnızsa ve nötrse, yalnızlığı çok derin. Öyl...

DOĞANIN İÇİNDEN MÜKEMMEL SANAT

Bu sanat hikayesini kaleme alan yazıyı anlamak istedim. Ve anladım. Sanatta keskin bir rekabet var; ama insan kendisini bulabiliyorsa, kavramların dışına çıkıyor. Sanatçı, olabildiğince kendini ifade ederken sistemin açmaz yanlarına düşüyor? Onay, beğeni arayış beklentisi oluşuyor. O zaman yazdıklarıyla çelişiyor gibi görünüyor. Dostum, ne demiştim: İnsan kendisi olamıyor ama kendini bulabiliyor. Almanya’dan Amerika’ya taşınan bir sanatçı, kendi yolunu bulmuş olabilir; sosyal ve ekonomik sistemlerin içindeki kaygılar insanı sürekli bir sınıra götürüp getiriyor. İşte o sınır, kendini bulabilme alanı. Sanatçıların ve birçok insanın deneyimlemesi gereken yer burası. Önemli olan, kusurlu katmanların arasında, çerçeveyi bozmadan mükemmel hissi bir yerde gizleyebilmek. İnsan bu duyguyu yaşadığı anda, kendini bulmuş olur. Bazen bunu doğada gözlemliyorum. Doğa ilk bakışta mükemmellik vermez; ama dikkatlice bakınca örüntüyü görmeye başlarsınız ve kendinizi bulursunuz. Çünkü doğanın en mükemmel ...

DÜŞLERİN SPEKTRUMU

Bu şarkım senin için, kanatlarına dolan rüzgâr olsun. Kendini arayan yitik ruhlarla karşılaştım; onların sessiz çığlıklarına kulak verdim. Acıları, hüzünleri, kayıpları benimle kaldı. Onlara sevginin dilini fısıldadım; şarkılarla, şiirlerle, ruhumuzun ezgisini hayata taşıdım. Kitaplarımda, yazılarımda yaşayan binlerce insan var, sevgili dostum. Kimse tam anlamıyla kendi olamıyor; sadece kendini buluyor. Ruhum bir kuşun tüyleri gibi ışığın içinde dans ediyor, rüzgârlarla konuşuyor, sevgiyle süzülüyor. Kendimi akışa bırakıyor, özgürce uçuyorum. Ruhum böyle, dostum; hayatın imzasını taşıyor. Zamanın ve saatin sabitliği yok; her şey mevsimlerin, anların ve yaşına göre şekilleniyor. Bu kalp bir gün duracak, bu yürek bir gün susacak. Geride yalnızca başka kuşların kanatları ve ışık dansları kalacak. Hayatın imzasını taşıyan bir kuş, yere çakılacağı ana kadar gökyüzünün enginliğinde süzülür. Bir saniye içinde bir dünya, bir evren gizlidir; bu görüş kuşun bilgeliğiyle alakalıdır.    Z...

DÜŞ BAHÇESİ ve ÇİTLERİ

Düşlerin içinde yaşadığını bilen bir insanın ruh hâli nasıl olurdu? Düşleriyle gerçeğe dokunan, hatta gerçekleri yarattığı an bunu kavrayan kişi, neye dönüşmüş olurdu? Antik Helen uygarlığında bile böylesine bir varlığa tanrı payesi verilmiş midir? Belki de bir şeyin gerçek olması için yalnızca düş kurmak gerekmez. Gerçek ile düşler arasında kurulan bir köprü, ortaya çıkan hakikati her insana farklı gösterir. Başkaları için gerçek olan şey, belki de yalnızca bir düş dünyasıdır. İnsanlar bu düş-gerçekliğin içinde yaşarken, kendi duygularının ve düşüncelerinin etkilerini çoğu kez fark edemezler. Mitolojiler de bu fark edilemeyenleri abartılı hikâyeler yoluyla hatırlatır. Bazen insan sadece “haber alır”. İlk bakışta bu abartılı görünebilir. Oysa insanlar birbirleriyle ilişki kurarken farkında olmadan sürekli bir savunma içindedirler. Bu savunma, duygusal fırtınalarla örülür. Çoğu zaman, insanın kendince korumaya çalıştığı şey aslında içindeki eski, çocukluk hâlidir. Sosyal ilişkiler, m...

DAHİLİ KUZGUN

Kuşlar yüreğine güvenir. Kuzgun zamanı taşır; kanatlarında geçmişin izleri, geleceğin bekleyişi vardır. Üzülüyorum, dostum. Beni tanımayanlar, içimdeki kuzguna taş atıyor. Farkında değiller. Onu uyandıracaklar diye çekiniyorum; kuzgun, keskin bakışları ve muazzam enerjisiyle zamanı yarıyor, büküyor, dönüştürüyor. Görmezden gelenler… Toylukları sebebiyle kendilerini maddi ve nüfusça güçlü sanan tanıdıklarım… İçimdeki kuzgunu sezdikleri için ruhumu sindirmeye çalışıyorlar. Bilmiyorlar; Albatros bile bilmiyor. Görüş alanımı daraltsalar da, bakışlarımı onlardan kaçırmam mümkün değil. Kuzgunun gözleri her şeyi görüyor, zamanın akışını fark ediyor. Bu durum beni endişelendiriyor. İçimdeki kuzgun, hep koruduğu, kanat germiş olduğu halde tanıdıklarım onu artık yanlarına almıyor. Onlar egolarına her şeyi kurban ettiler, kalplerini kuruttular. Kuzgun bu adamsendecilikler sebebiyle yanlarında uçmak değil gökyüzünde kaybolmak istiyor; zarar vermemek için duymamak istiyor. Onların yazgılarını, niy...

ÖLÜMÜN KANATLARI ve DÜŞ BAHÇESİ

İnsanlar bilmiyor, birbirlerine haksızca dokunuyorlar. Kabullenemeyişin, oyalamanın ve saplantıların ağırlığı var üstlerinde. Oysa midem bulanıyor bu hengâmede. İyi olan bir insan ya da canlı, bir an içinde kötüleşiyor; gözlerine öyle yansıyor. Hırslarının karanlığında dünyaları kararırken, iyilere kötü diyorlar. Görmüyorlar, varsa yoksa kendileri. Ne acı, değil mi? Farklı düşünenleri ve düş bahçesine sahip olanları yakıyorlar. Yüreklerimiz dağlanıyor. Sonra nefes almak için düşüncelerime çekiliyorum; orayı da ele geçirmek istiyorlar. Başaramayınca daha çok hırslanıyorlar. Peki, ne var bu düş bahçesinde? Gerçeklerin ve gerçekleşmemiş olayların güçlü yankısı… Beklentisiz, kendine ait bir ruhun ebedi bahçesi… Düş bahçesi olanlar, siz her şeysiniz. Ölüm bile size dönüp bakarken imrendi. Ölüm meleği dedi ki: “Bu nasıl bir insan? Kapısına geldiğimde beni düşüncesine aldı ve beni tanıdı.” Kanatlarımın altında yaşayan bu insan bana bir bardak temiz hava uzattı: “Bu bardağın içinde ebed...

ETLİ YEMEK ve YARIM KALAN HİKÂYE

Kendine başkalarının soruları üzerinden sorular soruyordun; cevapların izini sürüyordun. Öyle ki bilgi sahibisin ama sorduğun soruların, senin edinmiş olduğun bilgilerle pratikte güncellenmesi gerekiyordu.  Bunun farkına varınca, seninle ileyletişime geçen kişilerin niyetlerini anlamaya koyulacaktın. Böylece kendine bir benlik edinmeyi arzuluyordun. Sonra Dionysos gibi, elindeki bilgi feneriyle dünyanın her yerinde adam aramaya çıktın. İnsanlar iyiliğe doymuyor, doymuyorlardı. Sevgi yaratmaya gelince, bu iyiliğin salt hali olmalı diye düşündün. İyilik yapılınca acıların dönmeyeceğini, derin yaraların kapanamayacağını çok geç olmadan öğrendin, Albatros. Karanlık her yerdeydi; peki ya aydınlık? İnsanlık hiçbir zaman salt iyiliğin peşinde olmadı. Yani bir yaralının yarısını sararken o yarayı yüreğinde sonuna kadar taşımadı. O yarayı sardı ve bu iyilik o insanın neyine yetmezdi, değil mi? Bir gün bir insan iyi olmaya karar verir. Bundan böyle hep iyi olmak nasıl bir şey diye düşün...

GÖZ KIRPAN YILDIZLAR, YARASI KANAYAN DÜNYA

Bu bir yolculuk. Ne zamana ait ne de mekâna... Çünkü bu varlık anlayışı, zaman ve mekânın ötesine uzanan bir evrenselliğe dayanıyor. Ontolojik bir yürüyüş bu; yalnızca görünen nesnel dünyayı değil, etkileşimden doğan anlayışları kavrama çabasıyla da örtüşüyor. Adı konmamış bir çağdan, henüz söylenmemiş bir dile doğru… Düşünen, gören ve görülenin ardındaki sezgiyi duyan bir bilincin iç sesinden doğuyor bu anlatı. Bir insan var. Adını bilmiyoruz belki, ama bir ışığın içinde duruyor. Ona bakanlar, ateşe yönelen ateşböcekleri gibi sessizce yaklaşıyor. Zaman, onun bakışıyla donuyor. Kimse konuşmuyor; çünkü o an yalnızca bir hissin içindeyiz: “İşte bu.” O kişinin bilinci, kristal bir prizma gibi. Gülüşü, zamansız varoluşun izdüşümü. İçindeki ışık dışarılara taşmış, ama bu bir gösteri değil; o ışık kendiliğinden var ve evrenin merkezine doğru bir çekim yaratıyor. Belki bir arif, belki bir derviş, belki kutsanmış bir kul... Ne olduğu önemli değil. Çünkü asıl mesele, neyin dönüşüme uğradığı. Ö...

GÜNDÜZ ve GECE BOZKURT ALEVİNDE

Bozkurt uçsuz bucaksız bir düzlükte ilerliyordu. Bastığı taşların ardında hiçbir iz kalmıyor, ne arkasından gelen bir ayak sesi duyuluyor ne de ufukta ona eşlik edecek bir gölge görünüyordu. Göğün rengi kararsızdı; ne geceye tamamen teslim olmuştu ne de gündüzün netliğine kavuşmuştu. Bu geçiş hâli, Bozkurt’un içindeki sessiz yürüyüşüyle uyum içindeydi. Yalnızlık artık bir eksiklik değil, içsel şekilde gelen derinlikti. Ve bu derinlikten, duyulmamış bir ses yukarıya doğru çıkıyordu. Bir an durdu. Sanki kendini değil, içinden doğan bir uğultu dinliyordu. İşte o anda, görünmeyen bir yerden, yumuşak ama derin bir ses geldi. Bu ses ona ait değildi; uzaklardan, bilinçle aydınlanmış bir ışıktan süzülüyordu. Soruyordu: “İnsanlar neden birbirlerinin çizgilerine müdahale ederler?” Bozkurt başını kaldırdı. Ufukta beliren bir varlık gördü. Bu, Gündüz’dü. Işıkla doluydu ama içi huzursuzdu. Gözleri parlıyordu, fakat anlamı taşıyamıyordu. Yüzeydeydi; her şeyi görüyordu ama hiçbir şeyin özüne inemiyor...

SESSİZ BEKLEYİŞ ve DUYUNÇ

Güneş yakıyor. Gölgeler bile kendine gölge arıyor artık. Kediler baygın; ağaç diplerine, çatı altlarına kıvrılmışlar.  Kuşlar, gökyüzünü terk etmiş gibi; sessizliğe mahkûm yeryüzü. Rüzgâr yok. Belki de, taşıyacağı ateşten çekiniyor. Acaba Güneş sistemimize giren bu yeni cisim, kozmik bir yıkımdan sonra savrulmuş gezegen parçaları olabilir mi? Neden böyle düşünüyorum? Çünkü kısa zaman önce Güneş sistemimizi davetsiz misafirler ziyaret etti. Eğer bu sav doğruysa, başka ziyaretçilerin de gelme ihtimali güçleniyor. Böylece bir çarpışma anı doğabilir. Güneş sistemimizdeki gezegenler ve dünyamız tehlike altında olabilir mi? Eğer gelen cisim bir kalıntıysa, birkaç ay içinde başka bir parça daha gelebilir. Bu durumda, gelecek olan cismin bir yere çarpması da olasılıklar dahilinde. En küçük ihtimal bile göz önünde bulundurulmalı.  3I/ATLAS' ın davranışlarında bunu şimdilik gözlemleyebiliriz; çünkü bu cisim Güneş’in parlak ışınları ile  gizlenediğinde bizim tarafımızdan gözlem...

DENGEDE PARADİGMA ŞAPKASI

Denge demiştik. Bu nedir ve ne anlama geliyor? Denge, düşüncelerimiz için öncelikle gerekiyor. Hayat dengeli görünürken bize birden kaotik yüzünü gösterir. Bu duruma bakınca, bir dengenin kurulum çabası içinde olduğunu görüyoruz. Uzun soluklu çatmaların bile zamanla mevcut dengeyi koruma mücadelesi olduğunu anlarız. Denge, dalgalanan denizin durulmasıdır. Durulan deniz tekrar dalgalanır. Bu bir ritme dönerse, her şey zamanla bu rutine uyum sağlar. Denge yine bozulur. Kaos, bu rutinin bozulmasıyla başlar. Sonra deniz durulur ve yeni dalga boyları, anları ve zaman aralıkları ile yeni rutin doğar. Denge, bu sırada yeni olan rutinle kurulmuş olur. İnsanın rolü, evrenin rutinlerini bilmek ve yeni doğacak rutinleri doğru okumasıdır. Böylece insanlar, yeni rutinleri parıldayan anların sayesinde öğrenmeye başlar. Burada hayatın doğal akışına denge getirecek olanlar, bir ifade içinde senaryo gereği var olur. Aslında onlar, doğan yeni dengeleri bilerek ya da bilmeden açığa çıkaracak olanlardır....

GELECEKTEN MEKTUP: 2159 – SEVGİYE SU OLANLARA

Ben seni hiçbir zaman bir ayna olarak görmedim. Sadece açık diyalog kurmaya özen gösterdim. Seninle birlikte M.Ö. 400 yılında, Atina'nın filozoflar dönemindeki bir yerde, karşılıklı ruhsal ve düşünsel bir bahçede oturmuş iki filozof adayıyız. Bizi herkes filozof sanıyor, ama biz filozof değiliz. Kendimize sınır çizmeyen iki düşünürüz; bizim gerçek dostumuz düşüncelerimizdir. Biz düşüncelerimize sadık kaldık. Şimdi o nedenle bu bahçedeyiz. Bahçe bizi çağırdı. İstersen öğrencilerimizden birkaçı da yanımıza gelir. Atina, düşüncenin derinleşip yeni biçimler kazandığı bir dönemdeydi. Sokrates’in izinden yürüyen genç filozoflar, bilgelik bahçesinde toplanıyor, evrenin ve insanın sırlarını anlamaya çalışıyordu. Tartışmalar alevleniyor, fikirler kanatlanıyordu. Burada, sınır tanımayan iki düşünür, gerçek dostları olan düşünceleriyle buluşmuştu. Bahçe onları çağırmış, geçmişin bilgeliğiyle geleceğin umutlarını birleştiriyordu. İnsan, gerçeğin arayışındaki gölgeyle yaratıcıdır. Gerçek, his...

SANATÇININ ATEŞTEN KANATLARI

Seninle uçalım Albatros. Gökyüzüne beni taşıyan kuşlar vardı; birinin adı Kuzgun olmalı. Onlar gittikten sonra parçalarımı toparlamak zor oldu. Uçamayanlar bilemez. O kuşlar artık yok, sadece ben kaldım. Bu yalnızlık içimde hem bir korku hem de yeniden başlama arzusu doğurdu. Korku kaçınılmazdır ama asıl soru, yeniden başlamak nedir? İşte bu sorulara verilecek cevap uçurumun kıyısıdır Albatros. Kanatların yoksa uçurumun kıyısından aşağıya bakma. Bu benim sözüm değil, bilge bir filozofa ait. Uçurumun kıyısından bakma; hele ki kanatların yoksa. Ruhum o uçurumda durdu; felsefe benim için uçurum oldu, düşüncelerim ise kanatlarım. Bu deneyim zihnimi ve kalbimi açtı; geride bıraktığım her şeyden özgürleşerek, ruhumda kanatlar canlandı. Gökyüzünde süzülen bir kuş, kartalın çığlığı oldum. Rüzgar, deniz kokusunu taşıdı ruhuma; balık oldum, sürüsünden kopmuş. Karanlığın içinde düşüyorum sanıyordum. Hayır, zamanın içine girdiğimi anladım. Sonra zaman yoktu. Birden son durağa geldim... düşünc...

FELSEFE, İÇ DİYALOG VE SESSİZLİK

Konuşmalarıma felsefe katmadan, iç sesimi harekete geçirecek soruları duyurmadan yol alacağım. Bu ne demek şimdi? Hem onay var, hem onaylama yok. Harika, yine felsefe dünyası… Yargılama dili gibi. Felsefeye doydum diyemiyorum. Samimiyet sınır ihlaline gidiyor, daha çok duygusal oluyor. O nedenle sanki bir beklenti varmış izlenimi doğuyor. Gerektiği kadar sınırları zorladığımı düşünüyorum. Gereken yerde bir sınır çekmeli. Bundan böyle ilişkileri biçimlendirecek değiliz. Yani sınırları tekrar çizersem, o zaman özgürlük ve anlam yürüyüşümün ne anlamı kalıyor? Ve şunu da biliyorum: Eskisi kadar iletişim odaklı olamayacağım. Dünya kan ağlıyor. Yani malum durumun kabullenişi gibi oldu. Demiştim, hissetmeniz gerekiyor. Bu hayatın karmaşasında ve edindiğim kavrayışla her şeyden vazgeçebilirim. Ama düşünüyorum, değer mi? Kim için? Vazgeçmek kimin için değecek? Bazen insan kendi kendini sınıyor. O zaman felsefe insana bir anda yük oluyor, ağır geliyor. Kavramların içi de boşalıyor. Peki hafifl...

O SADECE KENDİNE YETENDİR

Günümüzde sıkça duyduğumuz “yeni dünya düzeni” kavramı, geleceği pazarlayan birçok tasarım ve senaryoyu beraberinde getiriyor. Peki gerçekten ne konuşuluyor? Gerçekten yeni bir düzen mi kuruluyor, yoksa eski güç oyunlarının farklı versiyonları mı? Benim sözlerimde yeni bir dünya tasarlamak var mı? Ya da genel olarak insanlığın ruhu, toplumsal bilinç ve yaşam biçiminde böyle bir düzen anlayışı var mı? Alternatif bir bakış açısı görebiliyor muyuz? Çünkü herkes bu güç kokan kavramlara takılıp kalmış, peşlerinden sürüklenirken ben geleceğe dair farklı bir yaklaşım arıyorum. Kimileri bu yaklaşımı restore etmeye, makyaj yapmaya çalışıyor; çoğu ise şarlatanlıkla karışık bir yalakalık sergiliyor. Gelecek çağı gerçekten kavrıyorsan bunu nasıl anlarsın? Geleceği sen mi yaratacaksın, yoksa geleceğe net bir biçimde bakmayı mı başarıyorsun? Bu ikisi farklı şeyler. İnsan doğası gereği kibirlidir. Kendini başkalarından üstün ve büyük görme eğilimine sahiptir. Kibirle karıştırılan pek çok duygu ve ...

YAŞAM BİR SEVDADIR

Bu sevda öldürmez; yaşatır. Yaşam çoğu zaman bir mücadele gibi anlatıldı bize. Hayatta kalmak, kazanmak, direnmek... Oysa yaşamın kendisi bir sevda olabilir. Bir mücadele değil, bir bağ; bir sahiplenme değil, bir devamlılık. Ve bu sevda, insana yük değil, can verir. Çünkü insan, gerçekten yaşamaya ancak sevebildiği kadar başlar. İlk kalp atışını duyduğumuz anda başlar bu sevda. Henüz adını koyamadığımız bir sıcaklıkla. Karnında taşıyanın sessiz şefkatiyle. O anda anlamını bilmediğimiz bir his yerleşir içimize. Yaşam sadece sürüp gitsin diye değil, sevilerek yaşansın diye vardır. Bu sevda ne kıskanır ne bağırır. Ne sahiplenmeye çalışır ne hükmetmeye. Elini uzatır ama seni tutmaz. Yanında yürür ama seni geçmez. Bir annenin sessiz bakışında, bir dostun senin yerine ağlamasında, bir yabancının uzattığı yardım elinde bulunur. Yaşam bir sevdaysa, acı da onun içindedir. Ama bu acı, yok etmek için değil, büyütmek içindir. Bir çocuğun ilk düşüşü, bir vedanın sessizliği, bir şiirin eksik ka...

YALNIZLIKTA ÇOĞALANLAR

Dünyanın sesi öylesine yükselir ki, insan kendi içindeki sessizliği yitirir. Kalabalıkların içinde savrulurken, aidiyet arzusu kör bir tutkuya dönüşür. Fakat gerçek varlık, o karmaşanın dışında, sessizliğin kıyısında, kendi içine çekildiği anda başlar. Kendisiyle yüzleşen, o sessiz adımı atan kişi, hakikatin kapısını aralar. Geri çekilmek, yenilgi değil; çoğalmanın, varoluşun başlangıcıdır. Dış dünyadan uzaklaşıp sessizliğe çekilmek pek çok kez yanlış anlaşılır; eksiklik ya da hastalık gibi algılanır, bazen gariplik olarak damgalanır. Oysa bu içsel süreç, insanın evrenle sessiz bir diyaloga geçtiği, kelimelerin değil sezgilerin konuştuğu bir alandır. Sükunetin hareketinde çoğalmak, sanatçının eseriyle kurduğu diyalog gibidir: ego büyümez, aksine öz açılır. Kendi sesini keşfetmek için gereksiz yüklerden ve beklentilerden arınmak gerekir. İçe doğru genişlemek, egonun büyümesiyle değil, özün açılmasıyla gerçekleşir. Kişi, kendine ait olmayan yüklerden arınarak gerçek benliğe yaklaşır. Bö...